Her şeyi yoktan yaratan, yokluktan varlık âlemine getiren Allahü teâlâdır. Allahü teâlânın ilk yarattığı şey peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın nûrudur. Herşey Muhammed aleyhisselâmın hürmetine yaratılmıştır. Allahü teâlâ bir hadis-i kudsîde Muhammed aleyhisselâm için; “Sen olmasaydın, sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım” buyurdu. Eshâb-ı kirâmdan Câbir bin Abdullah, “Yâ Resûlallah! Allahü teâlânın her şeyden evvel, ilk yarattığı şey nedir?” diye sorunca, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Her şeyden evvel senin peygamberinin yâni benim nûrumu kendi nûrundan yarattı. O zaman ne levh ne kalem, ne Cennet, ne Cehennem, ne melek, ne semâ (gökler) ne arz (yeryüzü), ne güneş, ne ay, ne insan, ne de cin vardı.” Allahü teâlâ sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın nûrunu yarattıktan sonra bu nûrdan âlemleri ve içinde olanları sonra da Âdem aleyhisselâmı yarattı.
Allahü teâlâdan başka her şeye mâ-sivâ veya âlem denir. Şimdi tabîat denilmektedir. Âlemlerin hepsi yok idi. Hepsini Allahü teâlâ yoktan yarattı. Âlemlerin hepsi mümkindir, yâni var da olabilir, yok da olabilir. Âlemler hâdisdir, yâni yok iken var olabilir ve yok iken var olmuştur. “Allahü teâlâ var idi, hiç bir şey yok idi” hadîs-i şerîfi böyle olduğunu göstermektedir. Mevcût, yâni var olan şey ikidir: Biri mümkin, yâni var da olabilir, yok da olabilir. İkincisi vâcib, yâni varlığı lâzım olan vücûddur ve hep vardır. Ezelî ve ebedîdir. Hiç yok olmaz. Yalnız Allahü teâlâ vâcib-ül vücûddur. Eğer, mevcûd, yalnız mümkin olsaydı ve vâcib-ül vücûd bulunmasaydı, hiç bir şey var olamazdı. Çünkü, yok iken var olmak, bir değişiklik, bir olaydır. Fizik bilgisine göre, her cisimde bir olay olması için, bu cisme dışardan bir kuvvetin tesir etmesi, bu kuvvet kaynağının, bu cisimden önce mevcûd olması lâzımdır. Bunun için, mümkin olan mevcûd, kendi kendine var olamaz ve varlıkta duramaz. Ona bir kuvvet tesir etmeseydi, hep yoklukta kalıp, var olamazdı. Kendini var edemiyen, başka mümkinleri elbette halk edemez, yaratamaz. Mümkini yaratanın, vâcib-ül vücûd olması lâzımdır. Âlemin var olması, bunu yoktan var eden bir yaratıcının var olduğunu gösteriyor. Görülüyor ki, hâdis olmayarak ve mümkin olmayarak yâni hep var olarak, bütün mümkinlerin tek yaratıcısı, ancak vâcib-ül vücûddur, yâni Allahü teâlâdır.
Âlemin hâdis olduğunu, yoktan yaratıldığını gösteren bir delil de, âlemin her zaman bozularak değişmesidir. Her şey değişmektedir. Kadîm olan şey ise, hiç değişmez. Cenâb-ı Hakkın zâtı (yani kendisi) ve sıfatları böyledir. Bunlar hiç değişmez. Halbuki âlemde, fizik olaylarında, maddelerin hâl değiştirmesi oluyor. Kimyâ reaksiyonlarında, maddelerin özü, yapısı değişiyor. Cisimlerin yok olarak başka cisimlere döndüğü görülüyor. Bugün yeni bilinen atom değişmelerinde ve çekirdek reaksiyonlarında, madde, element de yok oluyor. Enerjiye dönüyor. Âlemlerin böyle değişmeleri, birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuzdan gelemez. Bir başlangıcı olması, yoktan var edilmiş olan ilk maddelerden, elementlerden başlaması lâzımdır. Her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ da bütün kemâl sıfatları vardır. O'nun zâtında ve sıfatlarında ve işlerinde hiç bir kusur ve karışıklık ve değişiklik yoktur.
Âdem aleyhisselâm, yaratılmadan önce bütün âlemler ve âlemlerde bulunan şeyler, Âlem-i melekût denilen bütün rûhlar, Âlem-i mülk denilen madde âleminde de Arşı âzam, kürsî, Cennet, Cehennem, yedi kat semâ ve diğer varlıklar, melekler ve cinler yaratılmıştı. Allahü teâlâ meleklere semâyı, cinlere de yeryüzünü mesken kıldı. Cinler yeryüzünde uzun zaman yaşadılar (bir rivâyete göre altmışbin sene). Sonra aralarında hased ve azgınlık baş gösterdi, bozgunculuk yaptılar, kan döktüler. Bunun üzerine Allahü teâlâ dünyâ semâsındaki meleklerden bir orduyu cinlerin üzerine gönderdi. Gönderdiği bu meleklerin başına o zaman henüz isyân etmemiş, doğru yoldan sapmamış olan iblisi (şeytanı) emir tâyin etti. Bu sırada iblisin ismi Azâzil idi. Hepsinden daha âlim idi. Cinler üzerine gönderilen melekler ordusu, cinleri yeryüzünden denizlerdeki adalara ve dağlara sürdüler. Bundan sonra bu melekler yeryüzüne yerleştiler. İblis de bunlar arasında onlara emîr olarak bulundu. Allahü teâlâ iblise yeryüzünün ve göklerin idâresini verdi. Cennet hazînelerine de bekçi kıldı. İblis bâzan yeryüzünde bâzan semâda bâzan da Cennet’te ibâdet ederdi. Bu hâlinden dolayı kendini beğenip kibirlendi ve kendi kendine Allah bana verdiği bu mülk gibi hiç kimseye vermedi. Çünkü, ben diğerlerinden daha üstünüm diyerek isyânına sebep olan kibre kapıldı.
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratmayı dileyince, meleklere yeryüzünde bir halîfe yaratacağını bildirdi. Melekler; (Yâ Rabbî! Yeryüzünde fesâd çıkaracak ve kan dökecek olan insanları niçin yaratıyorsun?" dediklerinde, “Onlar fesâd çıkarmazlar” demedi. “Sizin bilmediklerinizi ben bilirim, lâyık olmayanları lâyık yaparım! Uzak kalanları yaklaştırırım, zelîl olanları azîz ederim. Siz onların işlerine bakarsınız. Ben kalblerine bakarım. Siz, günahsız olduğunuza bakıyorsunuz. Onlar, benim rahmetime sığınırlar. Sizin günahsız olduğunuzu beğendiğim gibi, onların günahlarını affetmeği de severim. Benim bildiğimi sizler bilemezsiniz. Onları, ezelî olan lütfuma kavuşturur, ebedî olan lütfum ile hepsini okşarım” buyurdu. Meleklerin niçin yaratacaksın diye sormaları, yaratmasındaki hikmeti öğrenmek istediklerinden idi. Kur’an-ı kerîmde meâlen şöyle bildirilmektedir: “(Ey Habîbim), o vakti hatırla ki, Rabbin meleklere; Ben yeryüzünde (hükümlerimi yerine getirecek) bir halîfe (bir insan) yaratacağım demişti. Melekler de; Biz seni hamdinle tesbîh ve zikrinle takdis etmekte olduğumuz hâlde, orada fesâd çıkaracak ve kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın demişlerdi. Allah; Ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim buyurdu.” (Bakara sûresi: 30)
“(Melekler) de; (Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiç bir ilmimiz yok. Muhakkak sen her şeyi hakkıyla bilensin ve üstün hikmet sâhibisin” dediler. (Bakara sûresi: 32) Melekler, aczlerini böylece îtirâftan sonra, yedi yıl kürsî etrâfında tavâf edip, istiğfârda bulundular.
İbn-i Abbâs'dan ve İbn-i Mes’ûd'dan ve daha birçok sahâbîden şöyle rivâyet edilmiştir: “Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratmayı dileyince, Cebrâil aleyhisselâmı arza, yâni yeryüzüne gönderdi ve yeryüzünden toprak almasını emretti. Cebrâil aleyhisselâm arzdan toprak almaya gidince, arz; “Benden bir parça alıp noksanlaştırmandan Allahü teâlâya sığınırım” dedi. Bunun üzerine Cebrâil aleyhisselâm yeryüzünden toprak almadan geri döndü ve, “Yâ Rabbî, dünyâ kendinden bir parça toprak alınmasından sana sığındı. Ben de almadan geldiğimden dolayı sana sığınırım” dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ Mikâil aleyhisselâmı gönderdi. Arz, Mikâil aleyhisselâma da aynı şeyi söyledi. O da toprak almadan dönüp, Allahü teâlâya Cebrâil'in aleyhisselâm söylediği gibi söyledi. Bundan sonra Allahü teâlâ, melek-ül mevt olan Azrâil aleyhisselâmı yeryüzüne gönderip toprak almasını emretti. Azrâil aleyhisselâm yeryüzüne gidip, toprak alacağı zaman yeryüzü ona da bir şey vermeyeceğini ve Allahü teâlâya sığındığını söyledi. Bunun üzerine Azrâil aleyhisselâm yeryüzüne, “Ben de Rabbimin emrini yerine getirmemekten Rabbime sığınırım” dedi. Sonra yeryüzünün değişik yerlerinden, kırmızı, beyaz, siyah değişik renkte topraklar aldı. İnsanların değişik renkten olması bundandır.” Ahmed bin Hanbel'in bildirdiği hadîs-i şerîfte şöyle buyruldu: “Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâmı, yeryüzünün her tarafından aldırdığı topraktan yarattı. Bu sebeple zürriyetinden siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bâzıları da bu renklerin arasındadır. Bâzısı yumuşak, bâzısı sert, bâzısı hâlis ve temiz oldu.”
Âdem aleyhisselâma “Âdem” denilmesinin sebebi; edîmden, yeryüzü toprağından yaratıldığı içindir. Edîm, Arapça'da yeryüzü toprağı demektir. Bu ismin İbranîcedeki Adama kelimesine dayandığı da rivâyet edilmiştir. Adama kelimesi de İbranîcede toprak mânâsınadır.
Âdem aleyhisselâmın yaratılacağı toprak, yeryüzünün çeşitli yerlerinden alınıp, bir araya toplandıktan sonra, melekler su ile çamur yapıp insan şekline koydular. Allahü teâlâ bu toprağı çeşitli safhalardan ve tavırlardan geçirdi. Önce tîn (çamur) hâline getirilip, bir müddet öylece kaldı ve balçık çamuru oldu. Bu çamur şekil verilecek bir hâl alınca, insan sûretine sokuldu. Bir müddet de bu hâl üzere bekletildi. Mekke ile Tâif arasında kırk yıl yatıp, salsâl oldu ve pişmiş gibi kurudu. Önce Muhammed aleyhisselâmın nûru alnına kondu ve Muharrem ayının onunda Cumâ günü rûh verildi.
Âdem aleyhisselâmın şekil verilmiş hâli Mekke ile Tâif arasında kırk yıl yattığı sırada melekler ve iblis (şeytan) onu görmüşlerdi ve ondan korkmuşlardı. Ondan en çok korkan da iblis (şeytan) idi. İblis, Âdem aleyhisselâmın henüz rûh verilmemiş salsâl hâlindeki bedenine dokununca çınlayarak ses çıkardı. İblis, onun, bedenine girip çıkar ve meleklere; “Korkmayınız bunun içi boştur. Eğer ben ona musallat olursam helâk ederim” derdi.
Ahmed bin Hanbel'in (rahmetullahi aleyh) bildirdiği hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Allahü teâlâ Âdem’in bedenine şekil verip bıraktıktan sonra (henüz rûh verilmeden) İblis, etrâfında dolaşıp ona bakmağa başladı. Onun içini boş görünce; “Bu kendine sâhip olamaz, benim için kolay ele geçirilebilir” dedi.”
Âdem aleyhisselâmın bedenine rûh verilmeden önce, melekler, Âdem aleyhisselâmın bedenini görüp, ondaki uygunluğa, ahenge ve ilâhî san’ata hayran kaldılar. Allahü teâlâ bundan güzel bir şey halk etti mi acaba dediler.
İblis, Âdem aleyhisselâmın rûh verilmemiş hâlindeki bedenini görünce, meleklere; “Eğer o sizden üstün, fazîletli kılınırsa ve ona hürmet etmeniz emredilirse ne yaparsınız?” dedi. Melekler; “Biz Rabbimizin emrine uyarız” dediler. İblis ise kendi kendine; “Eğer ona hürmet etmem emrolunursa isyân ederim” dedi.
Ebû Ya’la'nın ve Buharî'nin, Ebû Hüreyre’den (radıyallahü anh) rivâyet ettikleri bir hadîs-i şerîfte şöyle buyruldu: “Şüphesiz ki Allahü teâlâ Âdem'i topraktan yarattı. Âdem aleyhisselâmı yaratacağı toprağı tin (çamur) hâline sokup, hame-i mesnûn (balçık çamuru) oluncaya kadar bekletti. Sonra ona şekil verip, salsâlün kelfehhar (pişmiş kerpiç gibi) oluncaya kadar bekletti. Şeytan, Âdem aleyhisselâmın bedeninin rûh verilmemiş bu hâlini görüp, yanına vardıkça, “Şüphesiz sen büyük bir iş için yaratıldın” derdi. Sonra Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmın bedenine rûh verdi. Rûh önce gözüne ve genizlerine sirayet etti. Genzine sirayet edince aksırdı. Allahü teâlâ onu rahmetiyle karşılayıp; “Rabbin sana merhamet etsin”buyurdu...”
Kur’an-ı Kerimde meâlen buyruldu ki: “And olsun ki, biz insanı hame-i mesnûn (balçık çamuru) olan salsâldan (suret verilmiş, pişmemiş kuru çamurdan) yarattık.” (Hicr sûresi: 26)
“Muhakkak ki, Îsâ'nın hâli de (yani babasız dünyâya gelişi de) Allah indinde, Âdem'in hâli gibidir. Onu topraktan yarattı sonra ona "Ol" dedi o da (can gelip) oluverdi.” (Âl-i İmrân sûresi: 59)
Müslim'in bildirdiği hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur: “Allahü teâlâ, yeri (arzı) Cumartesi günü yaratmış, yer üzerinde dağları Pazar günü, ağaçları Pazartesi günü, sevilen şeyleri Salı günü, nûru Çarşamba günü yarattı. Yerin üzerine hayvanları Perşembe günü yaymıştır. Âdem aleyhisselâmı da Cumâ günü ikindiden sonra mahlûkâtın en sonunda ve Cumâ saatlerinin nihâyetinde, ikindi ile akşam arasında yarattı.”
Yine Müslim'in bildirdiği hadîs-i şerîfte; “Üzerine güneş doğan en hayırlı gün Cumâ günüdür. Âdem o gün yaratıldı, o gün Cennet’e konuldu ve o gün Cennet’ten çıkarıldı. Kıyâmet de ancak Cumâ günü kopacaktır” buyruldu.
Allahü teâlâ, toprak maddelerini, azotlu, fosforlu tuzları, bitki fabrikasında, yâni bitkilerde proteinlere (yumurta akı maddelerine) döndürmekte, bu nebâti proteinleri de, hayvan vücûdunda, ete ve kemiğe ve aza yâni organ şekline çevirmektedir. Bugün fen bunu anlayabildiği gibi, katalizör ismi verilen maddeler yardımı ile, binlerce sene sürecek olan kimya reaksiyonları, bir saniyede, pek çabuk yapılabilmektedir. Allahü teâlânın, toprak maddelerini, birkaç senede, et, kemik maddelerine çevirdiğini, bugünkü bilgimize göre, bir anda çevireceği, fen yolu ile kolayca anlaşılmaktadır. Allahü teâlâ, toprak maddelerini bir anda organik hâle çevirip, rûhu bir bedene bağlayarak Âdem aleyhisselâmı yarattığı gibi, kıyâmette de, elemanları, bir anda bir araya toplayıp, insan vücûdunu yapacak ve zâten mevcût olan önceki rûhları, bu vücutlara verecektir. İnsanın ölmesi, rûhun bedenden ayrılması demektir. Kıyâmette, her şeyle beraber, rûhlar da yok edilip tekrar yaratılacaktır. Bugün, fizik, kimya, fizyoloji ve astronomi gibi ilimlerde Allahü teâlânın kudretini iyi anlayan, zekî kimseler, Âdem aleyhisselâmın ve kıyâmette bütün insan ve hayvanların topraktan çıkarılacaklarını, bir fen olayı olarak, kolayca anlayabilir.
Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâmın bedenine rûh verince, rûhun cesede sirâyet ettiği yerler canlanıp, ete dönüştü. Önce başına sirâyet etti ve Âdem aleyhisselâm aksırdı. Melekler, “Elhamdülillah de!” dediler. Âdem aleyhisselâm da; “Elhamdülillah” dedi. Yine rivâyete göre aksırınca, Allahü teâlâ ona Elhamdülillah; yâni âlemlerin Rabbi'ne hamdolsun demesini ilham etti ve aksırdıkça böyle dedi. Rûh, Âdem aleyhisselâmın gözlerine sirâyet edince, Cennet’in meyvelerini gördü. Midesine yürüyünce o meyvelerden yemeyi arzu edip, rûh henüz ayaklarına gelmediği hâlde doğrulup kalkmak istedi. Bu sebeple Allahü teâlâ, “İnsan aceleci olarak yaratılmış” buyurdu. (Enbiyâ sûresi: 37)
Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâmın bedenine rûh vermeden önce, meleklere, ona rûh verdiğim zaman hepiniz ona karşı secde edin buyurdu. Bu husûs Kur’an-ı kerîmde bildirilmiş olup meâlen şöyledir: “Rabbin o vakit meleklere şöyle demişti: Ben çamurdan bir insan (Âdem'i) yaratacağım. Onun yaratılışını tamamlayıp da tarafımdan ona rûh verdiğim zaman, hemen ona (hürmet için) secdeye kapanın. Bunun üzerine melekler hep birden secde ettiler.” (Sâd sûresi: 71, 72. 73)
“Gerçekten ilk defâ sizi (ruhlarınızı) yarattık, sonra size şekil verdik ve sonra da meleklere Âdem'e secde edin dedik. İblis'ten başka bütün melekler hemen secde ettiler. O (iblis) secde edicilerden olmadı.” (A’râf sûresi: 11)
“Onu hatırla ki, meleklere, Âdem'e secde edin demiştik de bütün melekler secde etmişlerdi. Ancak İblis secde etmekten yüz çevirip kibirlendi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara sûresi: 34)
“Bir vakit meleklere Âdem'e hürmet için secde edin demiştik de hepsi secde ettiler. İblis müstesna, o imtinâ etti.” (Tâhâ sûresi: 116)
Âdem aleyhisselâma rûh verilip, canlanıp ayağa kalkınca, Allahü teâlânın emri üzerine melekler ona karşı secde ettiler. Rivâyete göre bu secde eğilmek sûretiyle yapılmıştır. Meleklerin Âdem aleyhisselâma karşı olan bu secdesi, namazda Allahü teâlânın emriyle Kâbe'ye yönelip secde etmek gibidir. Önce Cebrâil aleyhisselâm, sonra Mikâil aleyhisselâm, sonra İsrâfil aleyhisselâm, sonra Azrâil aleyhisselâm sonra da Mukarrebun denilen melekler secde etmiştir. Ömer bin Abdülaziz’den rivâyet edildiğine göre, en önce secde eden İsrâfil aleyhisselâm olmuştur. Âdem aleyhisselâma karşı meleklerin secde etmelerinin emredilmesi, alnında Muhammed aleyhisselâmın nûru bulunduğu için idi.
İblis (şeytan) kibirlenip, Âdem aleyhisselâma karşı secde etmedi. “O çamurdan yaratıldı. Ben ise ateşten yaratıldım. Ondan üstünüm.” diye iddiada bulundu. Bundan dolayı, huzûr-u ilâhîden kovuldu. İsmi de kovulmuş, uzaklaştırılmış mânâsında şeytan kaldı.
Ka’b-ül-Ahbâr'dan şöyle rivâyet edilmiştir: “İblis-i laîn, kırkbin sene Cennet’te bekçilik yaptı. Seksenbin sene melekler arasında bulundu. Sonra yirmibin sene meleklere vâz etti. Kerûbiyyun denilen meleklerin üstünlerine otuzbin sene vâz etti. Rûhaniyyun denilen meleklerin de en üstünlerine binsene vâz etti. Arş-ı âlânın etrâfında ondörtbin sene tavâf yaptı. İblisin o zaman, dünyâ semâsında ismi Âbid, ikinci kat semâda Zâhid, üçüncü kat semâda Ârif, dördüncü kat semâda Velî, beşinci kat semâda Takî (muttakî), altıncı kat semâda Hâzin, yedinci kat semâda ise Azâzil idi. Fakat ismi Levh-i mahfûz'da İblis şeklinde yazılı olup, âkıbetinden yâni son hâlinden gâfil idi. İblis, Arapça'da İblâs masdarından olup, Allahü teâlânın rahmetinden ümîd kesmek mânâsınadır.
Kur’an-ı kerîmde meâlen şöyle buyruldu: “Allah, İblis’e; “Ben sana secde ile emretmiş iken seni secde etmekten alıkoyan neydi?” buyurdu. İblis şöyle dedi; “Ben Âdem'den hayırlıyım, çünkü beni ateşten yarattın onu çamurdan yarattın.” (A’râf sûresi: 12)
“Yine hatırla ki, bir vakit meleklere, Âdem için secde edin demiştik de onlar hemen secde etmişlerdi. Fakat İblis secde etmemiş şöyle demişti: “Ben, çamur hâlinde yarattığın bir kimseye secde eder miyim.” (İsrâ sûresi: 61)
“Yine hatırla o vakit ki, biz meleklere, Âdem için secde edin, demiştik de hemen secde ettiler; yalnız İblis cinden idi de Rabbi'nin emrinden çıktı. Şimdi (ey insanoğulları), beni bırakıp da İblisi ve onun zürriyetini kendinize dostlar edinir misiniz ki, onların hepsi size düşmandır. Zâlimlerin, İblis ve zürriyetine itâati, Allahü teâlâya itâate bedel tutmaları ne kötü bir şeydir.” (Kehf sûresi: 50)
“(Allah, İblis’e şöyle) buyurdu: “Ey İblis! Bizzât kudretimle yarattığıma secde etmene, sana hangi şey engel oldu? Kibirlenmek mi istedin yoksa yücelenenden mi oldun?” (Sâd sûresi: 75)
“(İblis şöyle) dedi, ben ondan daha hayırlıyım, beni bir ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” (Sâd sûresi: 76)
“(Allah) buyurdu ki, hemen oradan (Cennet’ten) çık! Çünkü sen (benim rahmetimden) koğulmuşsun ve muhakkak sûrette hesap gününe kadar lânetim senin üzerindedir.” (Sâd sûresi: 78)
İblis (şeytan) kendini üstün görüp, kibirlenerek Allahü teâlânın emrine uymayınca, gadab-ı ilâhiyeye uğradı ve kovuldu. Bunun üzerine helâk edileceğinden korkarak kıyâmete kadar ömür ve mühlet istedi. Allahü teâlâ ona mühlet verdi. Şeytan; “Öyle ise mâdem ki ben azgınlığa müptelâ oldum. Yemin olsun ki, insanların doğru yolunda pusu kurup oturacağım, onların ön ve arkalarından, sağ ve sollarından musallat olacağım. Sen onların çoğunu şükredici kimseler bulamayacaksın. Yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim. Hâlis kulların hariç onların hepsini saptıracağım.” dedi. Bu husûs Kur’an-ı kerîmde şöyle bildirilmektedir:
“Rabbinin meleklere şöyle dediği vakti hatırla, ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir insan yaratacağım.”
“Ben onun yaratılışını tamamlayıp rûh verdiğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.”
“Bunun üzerine melekler hep birden secde ettiler.”
“Ancak iblis, secde edenlerle beraber olmaktan çekindi.”
“Allahü teâlâ buyurdu ki, ey İblis, sen neden secde edenlerle beraber olmadın?”
“İblis şöyle dedi; kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana, benim secde etmem doğru olmaz.”
“Allahü teâlâ buyurdu ki, o hâlde Cennet’ten çık. Çünkü sen koğulmuşsun.”
“Şüphe yok ki, lânet kıyâmet gününe kadar senin üzerinedir.”
“İblis; “Rabbim, öyle ise, insanların kabirlerinden kaldırılacakları güne (kıyâmete) kadar bana mühlet ver” dedi.”
“Allahü teâlâ buyurdu ki, sen mühlet verilenlerdensin.”
“Allah katında bilinen bir vaktin gününe kadar... (Birinci sûra kadar)”
“İblis şöyle dedi; “Rabbim, beni azdırmana yemin ederim ki, muhakkak sûrette ben, yeryüzünde kullara (sana isyânı ve dünyâyı) süsleyeceğim, elbette onların hepsini azdıracağım.”
“Ancak içlerinden muhlas olan mü’minler müstesnâ.”
“Allahü teâlâ şöyle buyurdu; “İşte (ihlaslı mü’minleri azıtamayacağına dair) bu dediğin söz, bana âit gerçek bir yoldur.”
“Azgın olanlardan sana uyan müstesnâ, kullarımın üzerine aslâ senin hiç bir hükmün yoktur.”
“Şüphesiz Cehennem de, o azgınların hepsinin vâd olunan yeridir.” (Hicr sûresi: 28-43)
“(İblis şöyle dedi); öyle ise, izzet ve kudretine yemin ederim ki, onların hepsini muhakkak azdıracağım. Ancak içlerinden muhlas olan kulların müstesnâ...” (Sâd sûresi: 82-83)
“Doğrusu benim o gerçek kullarım var ya! Senin (ey iblis) onlar üzerine hiçbir tasallutun yoktur. Rabbin ise vekil olarak yeter.” (İsrâ sûresi: 66)
“(Allahü teâlâ, İblis’e şöyle) buyurdu; ben hakkı yerine getiririm ve hep doğruyu söylerim. And olsun ki, Cehennem’i senden (türeyenler) ve âdemoğullarının içinden sana uyanların hepsi ile dolduracağım.” (Sâd sûresi: 84-86)
Ebû Nuâymın bildirdiği hadîs-i şerîfte de şöyle buyruldu:
“İblis, Rabbine dedi ki, izzetin ve Celâlin hakkı için, canları bedenlerinde bulundukça Âdemoğlunu azdıracağım. Allahü teâlâ da buyurdu ki; “Onlar benden mağfiret istedikleri müddetçe, ben de onları mağfiret edeceğim.”
Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâmı en güzel bir sûrette yaratıp ona rûh verdikten sonra her şeyin ismini ve faydasını öğretti. Âdem aleyhisselâma öğretilen şeyler husûsunda çeşitli rivâyetler yapılmıştır. İbn-i Abbâs'dan şöyle nakledilmiştir: “Allahü teâlâ yeryüzünde insanların bildiği bütün eşyânın isimlerini Âdem aleyhisselâma öğretmiştir. Meselâ, insan, hayvan, vadi, dağ, ova, tepe ve buna benzer isimleri, hattâ karanlık ve uzunluğu da öğretti.” Mücâhid hazretlerinden ve Sa'id bin Cübeyr'den de böyle rivâyet edilmiştir. Âdem aleyhisselâma öğretilen bilgiler husûsunda bâzı âlimler de olmuş ve kıyâmete kadar yaratılacak şeylerin ismi ve her şeyin sıfatı demişlerdir. Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâma bütün eşyanın ismini, hakîkatini, husûsiyetlerini, yeryüzünde onlardan tam istifâde etmesi için öğretti. Böylece meleklerden üstün oldu. Bu husûslar Kur’an-ı kerîmde şöyle bildirilmiştir: “Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti. Sonra eşyâyı meleklere gösterip; “Eğer sâdıklarsanız bunların isimlerini bana haber verin” buyurdu. Melekler; “Biz seni tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka, hiç bir ilmimiz yok. Muhakkak sen her şeyi hakkıyla bilensin, üstün hikmet sâhibisin” dediler. Allah, Âdem'e, “Ey Âdem! Eşyanın ismini meleklere haber ver” buyurdu. Âdem aleyhisselâm da meleklere, o isimleri haber verince, Allahü teâlâ, “Ben size demedim mi ki, göklerin ve yerin gayblerini ben bilirim. Açıkladığınızı da gizlediğinizi de elbet ben bilirim” buyurdu.” (Bakara sûresi: 30, 32, 33)
ÂDEM ALEYHİSSELÂM |
---|
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.