Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Hazret-i Meryem, Dâvûd aleyhisselâmın neslindendir. İbn-i Asakir'in (rahmetullahi aleyh) rivâyetine göre, Hazret-i Meryem'in, Dâvûd aleyhisselâma kadar olan nesebi şöyle bildirilmiştir: Meryem, İmrân'ın kızıdır. İmrân, Mâsân'ın oğlu, o Âzer'in, o Yûd'un, o Ahnez'in, o Sâduk'un, o Iyazûz'ün, o Elyakîm'in, o Eybûd'un, o Zeryabil'in, o Şaltâl'ın, o Yûhînâ'nın, o Berşâ'nın, o Amûn'un, o Mîşâ'nın, o Hazkiyâ'nın (Hazkıyâl'ın), o Ahâz'ın, o Mûsâm’nın, o Azriyâ'nın, o Yevârim'in, o Yûşâfat'ın, o Îsâ'nın, o İbân'ın, o Rec'âm'ın, o Süleymân'ın, o da Dâvûd'un (aleyhisselâm) oğludur. Bu silsile hakkında daha değişik rivâyetler de vardır. Fakat, Dâvûd aleyhisselâmın neslinden olduğunda ihtilaf yoktur. Babası İmrân, zamanında, çok namaz kılmakla tanınmıştı. Annesi Hunne de Fâkûd'un kızı idi. Fâkûd, Kâbîl'in oğlu idi. Annesi de o zamanın çok ibâdet edenlerinden idi.
Meryem (radıyallahü anhâ) gece-gündüz hep ibâdetle meşgûl olurdu. O kadar çok ibâdet ederdi ki, ibâdeti Benî İsrâil arasında darb-ı mesel hâline geldi. Hâli ve hareketi, yaşayışı pek güzel idi. Allahü teâlâ ona bir çok kerâmetler, güzel hâller ihsân etmiş idi. Kerim hâllerden, şerefli muâmelelerden yâni kerâmet cinsinden onda görünen şeyler, harikulade hâller meşhûr olup yayıldı.
Âyet-i kerîmelerde meâlen buyruldu ki: Habîbim! Meryem'i de) yâd eyle ki, o, ırzını (bir kal'a gibi) haramdan korumuştu...” (Enbiyâ sûresi: 91)
(Allahü teâlâ, îmân edenlere Fir’avn'un hanımı Âsiye binti Müzahim'i (radıyallahü anhâ) bir misâl yaptığı gibi) İmrân'ın kızı Meryem'i de (radıyallahü anhâ) bir misâl yaptı ki, o ırzını, bir kal'a gibi korumuş, pek sağlam bir şekilde muhâfaza etmişti.” (Tahrim sûresi: 12)
“Yâd eyle şu vakti ki; melekler (yani Cebrâil aleyhisselâm, Hazret-i Meryem'e şifâhen) şöyle demişti: Ey Meryem! Muhakkak ki Allahü teâlâ (çok ibâdet etmenle ve tertemiz olmanla) seni seçti ve seni (kötü hasletlerden ve kabîh, çirkin âdetlerden) pâk etti. Ve seni âlemdeki (zamanındaki) bütün kadınlara mümtaz kıldı, (Hazret-i Meryem, Allahü teâlânın pek çok lütûf ve ihsânına kavuştu. Allahü teâlâ bunu beyân buyurduktan sonra, bu nîmetlere şükür olarak ibâdet ve tâatını arttırmasını ona vâcib kıldı ve buyurdu ki:) “Ey Meryem! (Şükür için) Rabbin teâlâ hazretlerine tâata devam eyle! (Veya O'na şükür için namazında kıyamını uzun eyle!) Rabbine secde eyle! Rükû edenlerle beraber rükû eyle (namaz kılanlarla namaz kıl). (Âl-i İmrân sûresi: 42-43)
Bu emirden sonra hazreti Meryem'in ibâdet ve tâata devamı daha çok arttı. İmâm-ı Evzâî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Vakta ki Meryem (radıyallahü anhâ) bununla emrolundu, namazda çok durmaktan, çok namaz kılmaktan ayakları şişti...”
Hazret-i Meryem, o zamanda bulunan bütün kadınların en fazîletlisi idi. Nitekim Buhârî’de Hazret-i Ali'nin rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte, Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “İmrân kızı Meryem, zamanında dünyâda bulunan bütün kadınların hayırlısıdır. Bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı da Hadice'dir.” (radıyallahü anhümâ) buyurmuşlardır.
Tefsîr âlimleri yukarıda meâli verilen Âl-i İmrân sûresinin 42. âyet-i kerîmesini tefsîr ederken buyuruyorlar ki: Hazret-i, Meryem'e gelerek, söz söyleyen Cebrâil aleyhisselâm idi. Nitekim Meryem sûresinin 17. âyet-i kerîmesinde bu husûsta meâlen; “Derken biz ona rûhumuzu (Cebrâil aleyhisselâmı) gönderdik de o, Meryem'e hilkati tam, her âzası düzgün, yakışıklı bir genç sûretinde görünüverdi...” buyruldu. Bu âyet-i kerîme, Hazret-i Meryem ile konuşanın Cebrâil aleyhisselâm olduğuna delâlet etmektedir. Hal böyle iken, aynı husûs Âl-i İmrân sûresinin 42. âyet-i kerîmesinde zikredilirken, Hazret-i Meryem'e söz söyleyenin bir melek değil de melâike şeklinde çoğul olarak zikredilmesi, Cebrâil aleyhisselâmın kıymetini ve şânının büyüklüğünü bildirmek içindir. Çünkü, Cebrâil aleyhisselâm meleklerin reisidir.
Tefsîr âlimleri yukarıda meâli verilen Âl-i İmrân sûresinin 43. âyet-i kerîmesinin tefsîrinde buyuruyorlar ki: Bu âyet-i kerîmede Hazret-i Meryem'e, Hak teâlâya şükür için namazda kıyamı uzun yapması emredildi. Bundan sonra secde ve rükû emredildi. Böylece bu rükûnlerin fazîletine ve bunlara hakkıyla riâyet edilmesine işâret olunmuştur. Ayrıca secdenin rükûdan önce zikredilmesi de, namazın en fazîletli rüknü olmasından dolayıdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte; “Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secde ettiği andır” buyruldu. İşte secde bu derece fazîletli ve pek kıymetli bir tâat olduğu için, âyet-i kerîmede rükûdan evvel zikredilmiştir.
Hazret-i Meryem'in fazîletleri, üstünlükleri hakkında İmâm-ı Ahmed'in senetleri ile hazret-i Enes'den bildirdiği hadîs-i şerîfte; “Âlemdeki kadınlardan dördü pek yüksektir: Meryem binti İmrân, Fir’avn'ın hanımı Âsiye, Hadîce binti Huveylid ve Fâtıma binti Muhammed buyruldu.
Tirmizînin çeşitli yollarla hazret-i Enes'den bildirdiği hadîs-i şerîfte de; “Âlemdeki kadınların en hayırlıları dörttür. Meryem binti İmrân, Fir’avn'ın hanımı Âsiye, Hadîce binti Huveylid ve Fâtıma binti Muhammed Resûlullah” buyruldu.
Ebû Yala, senetleri ile İbn-i Abbâs'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) toprağın üzerine dört çizgi çizdi ve; “Bunların ne olduğunu bilir misiniz?” buyurdu. “Allah ve Resûlü bilir” dediler. Buyurdu ki: “Cennet’teki kadınların en üstünleri; Hadîce binti Huveylid, Fâtıma binti Muhammed, Meryem binti İmrân ve Fir’avn'un hanımı Âsiye binti Müzâhim'dir.” Bu Hadîs-i şerîfi Nesâî de bildirmektedir.
İbn-i Asâkir'in senetleri ile Câbir bin Abdullah'tan bildirdiği hadîs-i şerîfte; “Dünyâdaki kadınların efendileri dörttür. Fâtıma binti Muhammed, Hadîce binti Huveylid, Âsiye binti Müzâhim ve Meryem binti İmrân” buyruldu.
Âyet-i kerîmede bildirildiği gibi, Cebrâil aleyhisselâm Hazret-i Meryem'e geldiğinde, Allahü teâlânın onu âlemdeki bütün kadınlar üzerine seçtiğini bildirdi. Allahü teâlâ bu seçmenin, onun babasız olarak çocuk doğurması ve bu çocuğun büyük bir peygamber olacağını müjdelemesi şeklinde olduğunu bildiriyor.
Tefsîr âlimleri buyuruyorlar ki: “Ey Meryem! Muhakkak ki, Allahü teâlâ seni seçti ve seni pâk etti ve seni âlemdeki bütün kadınlara mümtaz kıldı” demek, seni kötü ahlâktan arındırdı, iyi ve güzel ahlâk ile seni süsledi demektir. “Âlemdeki kadınlar” dan maksat, zamanındaki kadınlardır. Nitekim, A’râf sûresinin 144. âyet-i kerîmesinde Mûsâ aleyhisselâma da; “Muhakkak ki, seni bütün insanlar üzerine seçtim” buyurdu. Halbuki, malûmdur ki, İbrâhim aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmdan efdâldir, üstündür ve Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem) ikisinden de üstündür. Bunun gibi Duhân sûresinin 32. âyet-i kerîmesinde İsrâiloğulları için; “İlimde onları bütün âlemler üzerine seçtik” buyrulduğu hâlde, Resûlullah'ın ümmeti, geçmiş ümmetlerin hepsinden üstündür; sayı bakımından onlardan çok, ilimde onlardan efdâl, amelde, İsrâiloğullarından ve başkalarından daha çok beğenilendir. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, âlemdeki bütün insanlar demek, o zamanda, âlemlerde bulunan bütün insanlar demektir.
Meryem'in (radıyallahü anhâ) ismi, Kur'ân-ı kerîmde çok zikredilmiş, Enbiyâ sûresinin 91. âyet-i kerîmesinde ismi geçmeden, fakat ona işâretle, ırzını çok güzel koruduğu bildirilmiş, Mâide sûresinin 75. âyet-i kerîmesinde ise “Sıddîka” diye övülmüştür.
Hazret-i Meryem'in fazîletleri, diğer insanlar arasında mümtaz, ayrı bir yeri olması, maddeler hâlinde özetle şöyledir.
1- Beyt-ül-Makdis'e nezir olarak kabûl edilmesi. Halbuki, o zamana kadar, sâdece erkek çocuklar kabûl edilir, kız çocuklar kabûl edilmezdi.
2- Beyt-ül-Makdis'de bulunan odasına, Hak teâlâ tarafından gaybî olarak rızkının gönderilmesi.
3- Kerâmetlere nâil olması.
4- Cebrâil aleyhisselâm ile konuşup görüşmesi.
5- Hazret-i Îsâ'nın kundakta iken konuşması ve böylece, Hazret-i Meryem'in iftirâlardan temiz olduğunun sabit olması.
6- Kendinin ve oğlu Hazret-i Îsâ'nın, âleme ibret ve misâl kılınması.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Hazret-i Meryem, Zekeriyyâ aleyhisselâmın himâyesinde yetişti. Hazret-i Zekeriyyâ'nın zevcesi (hanımı) ile Hazret-i Meryem'in annesi Hunne hanım kardeş idi. Hazret-i Zekeriyyâ'nın hanımı Îsâ’ veya Elîsâ ile hazreti Meryem'in kardeş oldukları da rivâyet edilmiştir. Buna göre hazreti Meryem, hazreti Zekeriyyâ'nın baldızı olmaktadır. Aralarındaki bu yakın akrabâlıktan dolayı hadîs-i şerîfte, Îsâ ile Yahyâ aleyhimesselâmın teyze oğlu oldukları bildirilmiştir.
Tefsîr âlimleri âyet-i kerîmede geçen; “Güzel bir kabûl ile kabûl buyurdu...” kısmını şu şekilde izâh etmişlerdir. Önce, Allahü teâlâ Hazret-i Meryem'i ve oğlu Îsâ aleyhisselâmı şeytanın dokunmasından korudu. İkinci olarak, Zekeriyyâ aleyhisselâmın himâyesine verdi. Sonra rızkını Cennet nîmetlerinden ihsân etti. Yukarıda da zikredildiği gibi, Hazret-i Meryem'in rızkı Cennet’ten gelirdi. Ayrıca, o zamana kadar Beyt-i Makdis hizmetine sâdece erkek çocuklar kabûl edildiği hâlde, annesi Hunne'nin yalvarması ve ilticası üzerine Hak teâlâ onu da kabûl buyurdu.
Rûh-ul-beyan tefsîri’nde bildirildiğine göre, Hunne'nin, daha başlangıçta yaptığı nezrinde, niyeti doğru, sâdık idi. Ancak, kız çocuk doğurmakla nezrini yerine getiremeyeceği için, Allahü teâlâdan utanmış ve bu husûstaki güçsüzlüğünü Allahü teâlâya arzetmiştir. Buradan anlaşılıyor ki, kul, nefsini kırmak, ihlâsı kalbine yerleştirmek için uğraşmalı ve yaptığı amelleri Allahü teâlânın kabûl etmesi için bütün gücüyle gayret etmeli, bununla beraber yine de kendini, nefsini kusurlu görmelidir.
Yine Rûh-ul-beyan tefsîri’nde, bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde, var gücüyle çalışıp gayret ettikten sonra, yine kendisini kusurlu görüp istiğfâr etmesi icâb ettiği husûsunda Şeyh Ebül-Abbâs'ın (rahmetullahi aleyh) şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Allahü teâlâ masiyeti (günahı), tâatin (sevab olan amelin) içine katar. Meselâ bir kul tâat işler, Allahü teâlânın beğendiği amelleri yapar. Bundan sonra da kendisinde ucb hâsıl olur. Yâni kendini ve ibâdetini beğenir. Yaptığı tâata güvenir. Bu tâati yapmayanları küçük görür. “Benim gibisi var mı?” der. Allahü teâlâdan bunların karşılığını ve bedelini ister. İşte bu kulun yaptığı tâat, güzeldir, sevâb bir iştir. Fakat çeşitli uygunsuz düşüncelerle bu tâatin etrâfı günâhlarla kuşatılmış, çok günâh işlenmiş olur. Yâni o tâat sanki tâat olmaktan çıkarılmış, günâha vesile hâline getirilmiştir.
Diğer taraftan bir kul da, unutarak, yanılarak bir kabahat, günâh işler. Fakat günâhın hemen arkasından çok pişman olur, üzülür. Bunun affı için Allahü teâlâya ilticâ eder ve O'na sığınır. İşlediği bu günâh sebebiyle kendi nefsini çok aşağı ve pek bayağı görür. Bu günâhı işlemeyen mü’minleri kendinden üstün ve kıymetli bilir.
İşte, yukarıdaki misâlin aksine olarak bu kul, günâh işlememeye âzamî dikkat ve gayret ettiği hâlde, yanılarak bir günâh işlemiş, fakat arkasından hemen pişman olup kendi nefsini aşağılamıştır. Bu sebeple de işlediği günâhın etrâfı sevâblarla çevrilmiştir.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, kul kendi nefsini her zaman haksız, kusurlu ve noksan bilmeli, hatâyı başkasında değil kendinde görmelidir. Tâat husûsunda, ibâdetlerde çok gayretli olmalı, gevşeklik göstermemeli, ancak yaptığı ibâdet ve tâatlara da güvenmemelidir. Tâatı yaptıktan sonra unutmalı, yaptığını noksan ve kusurlu bilmelidir. Böyle olduğu takdirde yüksek mertebelere ve Cennet nîmetlerine kavuşması umulur.
Yoksa, devamlı olarak yaptığı tâatları düşünür, kabahatlerini hiç hatırlamazsa, kendisinde ucb hâsıl olur. Yaptığı ibâdetleri, dolayısıyla kendini beğenir ve kibre kapılır. Yaptığı amellerine güvenir. Böyle olunca amelleri boşa gider. Bunun için; “Taatı muhâfaza etmek, onu işlemekten daha zordur” demişlerdir.
İnsanın, amellerindeki gayret ve çalışmasındaki maksadı, Allahü teâlânın rızâsını kazanmaktan başka bir şey olmamalıdır. Kendi iyiliklerini ve başkalarında gördüğü kusur ve kabahatleri örtmeli, unutmalı, görmezlikten gelmeli; işlediği hatâ ve günâhları ise aslâ unutmamalı, devamlı tevbe ve istiğfâr etmelidir.
Tefsîr âlimleri, Âl-i İmrân sûresinin 37. âyet-i kerîmesinde; “...Rabbi onu güzel bir nebât gibi büyüttü...” şeklinde zikredilen kısmı tefsîr ederlerken buyuruyorlar ki: Rabbi onu güzel terbiye ile terbiye edip, yetiştirdi. Rabbi onun yaratılışını, noksansız ve eksiksiz bir şekilde tam, düzgün yaptı. Allahü teâlâ onu ve oğlunu (Îsâ aleyhisselâmı) âlemlere bir âyet yâni kudretine alâmet ve delil kıldı.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Hazret-i Meryem sütten kesilip, kendisi oturup kalkar bir hâle geldikten sonra, Zekeriyyâ aleyhisselâm, Beyt-ül-Makdis'de onun için husûsi bir oda yaptırdı. Bu oda yüksekçe bir yerde olup, çardağa benzerdi ve oraya merdivenle çıkılırdı. Hazret-i Meryem bu odada yalnız başına kalırdı. Buraya, Hazret-i Zekeriyyâ'dan başka hiç kimse giremezdi. Girerken anahtar ile açıp odaya girer, çıkarken de kapıyı kilitleyip anahtarı üzerine alırdı.
Zekeriyyâ aleyhisselâm bu şekilde her gün Hazret-i Meryem'in odasına bir günlük yiyecek ve içecek götürürdü. Fakat içeriye girdiğinde, odada çeşit çeşit yiyecek ve meyvelerin olduğunu görür ve çok hayret ederdi. İçeriye kendisinden başka kimsenin girip çıkmadığını bildiği hâlde, bu nasıl oluyordu. Üstelik Meryem'in yanında; yazın sıcağında kış meyveleri, kışın soğuğunda ise yaz meyveleri bulunurdu. Hazret-i, Meryem'e sorunca, o, bu nîmetler için; “Hak teâlânın bir ihsânıdır” diye cevap verirdi. Bu husûsta Âl-i İmrân sûresinin 37. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki “...Her ne zaman ki, Zekeriyyâ (aleyhisselâm Meryem'in bulunduğu) mihraba (odaya) girse, onun (Meryem'in) yanında bol rızık (ve vakitsiz meyveler yâni kışta yaz, yazda kış meyveleri) bulurdu. Yâ Meryem! Bu rızık sana nereden geliyor? (Normalde bu vakitte böyle meyve bulunmaz. Üstelik senin üzerine kapılar da kilitlenmiştir) derdi. Bunun üzerine Meryem; Bu, Allahü teâlâ tarafındandır. Muhakkak ki, Allahü teâlâ, dilediği kimseyi hesapsız olarak rızıklandırır derdi.”
Hazret-i Meryem'in kerâmeti: Tefsîr-i Mazharî ve Tefsîr-i Kebîr gibi meşhûr ve mûteber eserlerde, bu âyet-i kerîmenin tefsîri için; Bu âyet-i kerîme, evliyânın kerâmetinin hak olduğunu göstermektedir buyrulmuştur. Âlimler; Zekeriyyâ aleyhisselâmın her gelişinde, Hazret-i Meryem'in odasında fevkalâde güzel yiyecekler bulması, Hazret-i Meryem'in bir kerâmetidir buyurmuşlardır.
Fahreddîn-i Razî hazretleri, bunun Hazret-i Meryem'in kerâmeti olduğunu bildirerek buyuruyor ki: Bu hal, Hazret-i Zekeriyyâ'nın bir mûcizesi olsaydı, kendisinin bu mûcizeden haberdâr olması yâni bilmesi lâzımdı. Halbuki o; “Yâ Meryem! Bu rızık sana nereden geliyor?...” diye sormuştu. Suâlinden onun bu fevkalâde durumu bilmediği, dolayısıyla bu hâlin onun bir mûcizesi olmadığı anlaşılmaktadır. O hâlde, bu hal, hazreti Meryem'in bir kerâmetidir ve bu âyet-i kerîme, evliyânın kerâmetinin hak olduğuna delildir.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget