Yemen'de bulunan Âd kavmine gönderilen peygamber. Nûh aleyhisselâmın getirdiği dîni kuvvetlendirmek, yaymak için gönderilen Nebîlerdendir. Hazret-i Hûd'un ismi, Hûd bin Abdullah bin Riyâh (veya Ribah) bin el-Halud bin Âd bin Avs bin İrem bin Sam olup, Sam da Hazret-i Nûh'un oğludur. Kaynaklarda Hazret-i Hûd'un, Hazret-i Nûh'a kadar olan nesebi başka isimlerle de rivâyet olunmuştur. Hazret-i Hûd'un diğer ismi Âbir olup, lakabı Nebiyyullah'dır. Hûd; yumuşaklık, sâkinlik, rûhsat, sulh ve sükûna vesîle olması ümîd olunan şey mânâsına gelen hevâdet kökündendir.
Hûd (aleyhisselâm) Âd kavminin yaşadıkları yer olan Ahkâf diyârında doğup yetişti. Ahkâf, Yemen'de Aden ile Umman arasındadır. Bu bölgeye Şihr de denilmektedir. Kaynak eserlerde zikredildiğine göre, Hazret-i Hûd'un babası olan Abdullah, bir gece rüyâsında, sırtından bir nûr silsilesinin çıktığını gördü. Hâtifden (gizliden) bir ses; “Ey Abdullah, kalk! Amcanın kızı ile evlen. Böyle emrolundun” dedi. O da rüyânın heyecanıyla uyandı. Sabah olduğunda gidip amcasının kızına evlenme teklifinde bulundu ve onunla evlendi. Mübârek bir kimse olan Abdullah ile Mercâne ismindeki bu sâliha hanımın evliliğinden, Hazret-i Hûd dünyâya geldi. Mercâne'nin ismi başka bir rivâyette Mek'abe olup, Sâm'ın evlâdından Uveylim isminde bir zâtın kızıdır.
Hazret-i Hûd'un annesi ona hâmile olduğu gece, yerler, yırtıcı hayvanlar ve kuşlar dâhil olmak üzere her şey onu müjdelediler, tebrik ettiler. Annesinin Hûd aleyhisselâma hâmile kaldığı gecenin sabahında kalkıp baktıklarında, etrâfta bulunan ağaçların yeşillendiğini, çiçeklerin açtığını ve hiç mevsimi olmadığı hâlde çeşit çeşit meyvelerin bulunduğunu gördüler. Aynı zamanda; “Hûd aleyhisselâmın doğumu (gelmesi) yaklaştı; ona itâat etmezseniz helâk olursunuz” diye sesler duydular.
Mek'abe'nin hâmilelik müddeti tamamlandıktan sonra, bir Cumâ gecesi Hazret-i Hûd doğdu. Doğumuyla beraber, o beldede yaşayan bütün insanlarda sebebini ve hikmetini anlayamadıkları korkuyla karışık bir titreme, kalp çarpıntısı meydana geldi. Mek'abe'nin bir çocuğu olduğu öğrenilince, önceden gördükleri hâlin hikmetini anladılar. Âd kavminden olanlar birbirlerine; “Bu çocuk herhâlde peygamber olacaktır. Ondan sakınınız. Ona karşı dikkatli davranınız” dediler.
Doğduğu zaman, annesi ona, Âbir ismini verdi. Bu isim, Âber ve Ayber şeklinde de rivâyet edilmiştir. Ana rahmine düşmesinden îtibâren, her zaman fevkalâde hâlleri görülen Hazret-i Hûd'un, bebeklik ve çocukluğu da başkalarından çok farklı idi. Soy bakımından baba ve dedeleri de kendi zamanlarının en seçkini idiler.
Büyüyüp yetiştiğinde, çehre îtibâriyle zamanındaki insanların en güzeli, akıl bakımından da onların en mükemmeli idi. Bir gün namaz kılıyordu. Namazdan sonra annesi merâkla; “Yavrucuğum! Bu ibâdet kimin içindir? Kime ibâdet ediyorsun?” deyince; “Beni ve her mahlûku yaratan Allahü teâlâya ibâdet ediyorum” dedi. Annesi; “Yâni herkesin ibâdet ettiği putlara ibâdet etmiyorsun öyle mi?” deyince, Hazret-i Hûd şöyle dedi: “Anneciğim! O putlar, hiç kimseye zarar ve faydası dokunmayan taş parçalarından başka bir şey değildir. Şeytan, müşriklere; yaptıkları kötü amellerini iyi; putlara tapmayı da süslü gösterdiği için, onlar putlara tapıyorlar. Halbuki kendisinden başka ibâdet olunmaya lâyık, hiç bir ilâh bulunmayan, hak ve yegâne mâbud, yalnız Allahü teâlâdır.”
Oğlunun bu sözlerini dikkatle ve heyecanla dinleyen annesi, Hazret-i Hûd'a sarılarak; “Yavrucuğum! Sen bildiğin, bildirdiğin şekilde ibâdetine devam et. Muhakkak ki, ben sana hâmile iken, doğumun esnâsında ve hâlâ şu anda bile çok acâib hâller gördüm ve görüyorum” dedi ve gördüğü garib hâllerden bâzılarını şöyle anlattı:
“Doğumun yaklaştığında, pek çok vâdiyi dolaştım. Bu esnâda, sana bir zarar gelmesinden ziyâdesiyle endişe ediyordum. Bir Cumâ gecesi, sen doğunca, endişelerimin yersiz ve lüzumsuzluğunu, senin husûsî olarak muhâfaza edildiğini anladım. Çünkü doğduğun gecenin sabahında, o siyah vâdinin beyazlaşıp kardan ak olduğunu gördüm. Kupkuru ağaçlar bir gecede yeşerip, taptaze olmuşlar ve meyve vermişlerdi.
Evlâdım! Seninle beraber giderken, yoluma çok heybetli birisi çıktı. Seni benden alıp, daha önce kendilerini hiç görmediğim, beyaz yüzlü nûranî kimselere teslim etti. Bir müddet sonra bana geri verdiler ve seni getirdiklerinde; başının üzerinde bir nûr hâlesi, pazularında ise yeşil renkli yâkutlar vardı. O topluluktan birinin, sana hitâben; “Allahü teâlâ seni peygamber kıldı. Müjdeler olsun” dediğini işittim. Bu gördüğüm hâllerin şeytânî olması mümkün değildir, mutlakâ rahmânidir; onlar da meleklerdir. Sen yanlış bir hâl üzere olamazsın. Onun için, Rabbine bildiğin şekilde ibâdet et!”
Pek tatlı ve sevimli olan Hazret-i Hûd, sîmâ olarak, Hazret-i Âdem'e çok benzerdi. Dünyâ ve dünyâlık ile alâkası yoktu ve çok ibâdet ederdi. Kendini; Allahü teâlâya ibâdet ve tâata vermiş idi. Gâyet şefkâtli, çok cömert bir zât olan Hûd (aleyhisselâm) ara sıra ticâretle meşgûl olurdu.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.