Âdem Aleyhisselâm'ın Cennet’ten Yeryüzüne İndirilmesi ve Tevbesi
Âdem aleyhisselâm ile Hazret-i Havvâ, Cennet’te iken kendilerine yasak edilen ağacın meyvesinden unutarak yemelerinden dolayı yeryüzüne indirildiler.
Âdem aleyhisselâm Cennet’ten Cumâ günü ikindi ile akşam arasında çıkarılarak Hindistan'da Seylan (Serendib) adasına, Hazret-i Havvâ da Cidde'ye indirildi. Şeytan ise çok hakîr ve perişân bir hâlde Cennet’in civarından taşlık bir yere indirildi. Bu husûsta Kur’an-ı kerîm'de meâlen şöyle buyruldu:
“Nihâyet onları (Âdem ile Havvâ'yı) şeytan Cennet’ten çıkarılmalarına ve içinde bulundukları nîmetten uzaklaştırılmalarına sebep oldu. Biz de, “Birbirinize düşman olarak buradan (yere) inin, yeryüzünde sizin bir vakte (ömrünüzün sonuna) kadar yerleşmek ve menfaatlenmek vardır” demiştik.” (Bakara sûresi: 36)
“Biz onlara; “Hepiniz Cennet’ten inin. Benden size bir hidâyet (peygamber ve kitap) gelince biliniz ki, benim bu hidâyetime tâbi ve bağlı olanlar için aslâ korku yoktur ve onlar mahzûn da olmazlar” dedik.” (Bakara sûresi: 38)
“Allah onlara buyurdu; Bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak ininiz. Yerde sizin için bir zamana (ecelinizin sonuna) kadar yerleşip kalmak ve geçinmek var.” (A’râf sûresi: 24)
“Allah buyurdu ki, orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan dirilip çıkarılacaksınız.” (A’râf sûresi: 25)
“Allah şöyle buyurdu: Birbirinize (size ve sizden sonra zürriyetiniz) düşman olmak üzere hepiniz oradan, (Cennet’ten) ininiz. Artık benden size bir hidâyet (kitap) geldiği zaman, kim benim hidâyetime uyarsa işte o, (dünyâda) sapıklığa düşmez ve âhırette cezâ görmez.” (Tâhâ sûresi: 123)
Vehb bin Münebbih'ten şöyle nakledilmiştir: “Âdem aleyhisselâm Cennet’ten yeryüzüne indirilince bir hafta gözünün yaşı dinmedi. Yedinci gün mahzûn, kederli ve başı eğik bir hâlde iken Allahü teâlâ ona; “Sendeki bu çırpınma hâli nedir?” diye hitap etti. Bunun üzerine Âdem aleyhisselâm; “Ey Rabbim! Düştüğüm felâketin büyüklüğünü biliyorsun. Günahım beni kuşattı da Cennet’ten, sıkıntı diyârı olan dünyâya indirildim. Bu durumda günahıma nasıl ağlamayayım?” dedi. Allahü teâlâ buyurdu ki: “Ey Âdem! Ben seni kendim için seçmedim mi ve seni Cennet’te yerleştirmedim mi? Seni ihsânlarıma gark edip, kendi kudretimle yaratmadım mı? Sana rûh verip melekleri sana doğru secde ettirmedim mi? Bütün bunların karşısında sana yasak edilen ağaçtan unutarak tattın. Böylece yeryüzüne indirildin.
İzzet ve celâlim hakkı için yeryüzü insanla dolu olsa, bana devamlı ibâdet ettikleri hâlde sonunda isyân etseler hepsini Cehennem’in derekesine indiririm.” Bunun üzerine Âdem aleyhisselâm üçyüz yıl ağladı.” Taberânî'nin bildirdiği hadîs-i şerîfte şöyle buyruldu: “Âdem aleyhisselâmın gözünün yaşları zürriyetinin göz yaşlarıyla tartılsa, Âdem'in gözyaşları bütün evlâdının gözyaşlarından ağır gelirdi.”
Ahmed bin Hanbel'in bildirdiği hadîs-i şerîfte de buyruldu ki: “Dâvûd'un ve bütün yeryüzü halkının ağlaması, Âdem'in ağlamasına denk değildir.”
Yûnus bin Habbâb ve Alkame hazretlerinden şöyle rivâyet edilmiştir: “Dâvûd aleyhisselâmın gözyaşı bütün yeryüzü ahâlisinin gözyaşından fazladır. Âdem aleyhisselâmın gözyaşı da Dâvûd aleyhisselâmın gözyaşından fazladır. Âdem aleyhisselâm üçyüz sene ağlayıp gözyaşı döktü ve Allahü teâlâdan utandığı için başını yerden kaldırmazdı.”
Âdem aleyhisselâm ve Hazret-i Havvâ Cennet’ten çıkarılıp yeryüzüne ayrı yerlere indirildikten sonra senelerce ayrı kaldılar. Âdem aleyhisselâm Hindistan'da, Hazret-i Havvâ vâlidemiz de Arabistan'da kaldı. Dünyânın dert ve sıkıntılarına katlandılar. Mihnet içinde uzun yıllar ağlayıp gözyaşı dökerek tevbe ettiler.
Câbir bin Abdullah'tan şöyle rivâyet edilmiştir: “Âdem aleyhisselâm yeryüzüne indiği zaman şöyle dedi: “Ey Rabbim! Aramıza düşmanlık koyduğun şu düşmanın şeytana karşı bana yardımcı olmazsan ben bunu yenemem.” Allahü teâlâ; “Ey Âdem! Her doğan çocuğuna, onu koruması için bir melek müvekkel kıldım.” buyurdu.
Hâkim, “Müstedrek”inde Hazret-i Ömer'den şöyle rivâyet etmiştir. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)buyurdu ki: “Âdem aleyhisselâm zellesi sebebiyle Cennet’ten çıkarılınca; “Yâ Rabbî, Beni Muhammed'in hürmetine affet” dedi. Allahü teâlâ; “Yâ Âdem! Sen Muhammed'i nasıl bildin. Daha ben O'nu yaratmadım?” buyurdu. Âdem aleyhisselâm dedi ki: “Yâ Rabbî Beni yaratıp, bana rûh verdiğin zaman gözümü açıp baktığımda arşın kenarında (La ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah) yazılı gördüm. İsmini isminle yazdığından yarattıklarından en çok sevdiğin O'dur.” Allahü teâlâ; “Doğru söyledin ey Âdem. Mahlûkâtımdan en çok sevdiğim O'dur. O'nun hürmetine af dilediğin için seni affettim" buyurdu.” Bir rivâyete göre de; “O senin zürriyetinden gelecek olan bir peygamberdir. O'nu yaratmasaydım seni, evlâdını yaratmazdım. O'nu şefâatçi gösterdiğin için seni affettim, bağışladım” buyurdu ve tevbesini aşûre günü kabûl etti.
Ramuz-ül-ehadis'teki bir hadîs-i şerîfte bildirildiğine göre; “Âdem aleyhisselâm Cennet’ten Hind diyârına indirilince, yalnızlık duyduğundan, Cebrâil aleyhisselâm ona ezân okuyup iki kere; “Allahü ekber” “Eşhedü enlâ ilâhe illallah” ve iki kere de; “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” demiştir” buyruldu.
Âdem aleyhisselâmın tevbesinin kabûl edilmesi husûsunda Kur’an-ı kerîmde meâlen şöyle buyruldu:
“Derken Âdem, Rabbi'nden bir takım kelimeler aldı. O'na yalvarıp tevbe etti. O da tevbesini kabûl buyurdu. Çünkü, Allahü teâlâ (kullarının) tevbelerini kabûl ve (onlara) merhamet edendir." (Bakara sûresi: 37)
Bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde Sa'id bin Cübeyr, Mücâhid bin Cebr ve Hasen-i Basrî şöyle buyurdular: “Âdem aleyhisselâma, “Ey Rabbimiz! Biz nefsimize zulmettik” kelimeleri vahyolundu demişlerdir. Bâzı müfessirler de Âdem aleyhisselâmın Rabbi'nden aldığı kelimeler, duâ, istiğfâr ve tazarru, yalvarmadır demişlerdir. İbn-i Abbâs ise şöyle buyurdu: “Âdem aleyhisselâm ve Havvâ ikiyüz sene ağladılar. Yeryüzüne indirilince kırk gün hiç bir şey yiyip içmediler.”
İbn-i Ebî Hâtem'in, Übey bin Ka'b'den rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Âdem aleyhisselâm; “Ey Rabbim! Tevbe edip, sana rücu’ etsem, beni tekrar Cennet’ine kor musun?” dedi. Allahü teâlâ; “Evet” buyurdu.” Âdem aleyhisselâmın Rabbi'nden aldığı kelimeler, ilham edilen tevbesi bu şekilde oldu diye de rivâyet edilmiştir.
İbn-i Ebî Nüceyh, Mücâhid bin Cebr'den naklen şöyle demiştir: Âdem aleyhisselâmın Rabbi'nden aldığı, yâni tevbe ederken söylemesi ilham edilen kelimeler (sözler) şöyle idi: “Allahümme lâ ilâhe illâ ente sübhaneke ve bi hamdike Rabbi innî zalemtü nefsî, fagfirlî inneke hayrurrahîmin. Allahümme lâ ilâhe illâ ente sübhaneke ve bi hamdike, Rabbi innî zalemtü nefsî, fetüb aleyye inneke ente't-tevvabür-rahîm.”
Hazret-i Hasen şöyle buyurdu: “Tevbeleri ziyâdesiyle kabûl eden Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmın tevbesini kabûl ettiğinde, melekler Âdem aleyhisselâmı müjdelediler. O anda Cebrâil, Mikâil ve İsrâfil aleyhimüsselâm yer yüzüne inip; “Allahü teâlâ tevbeni kabûl etti. Gözün aydın olsun” dediklerinde, Âdem aleyhisselâm; “Bu tevbeden sonra, bir şey istersem hangi makâmı isteyeyim?” diye sorunca, Allahü teâlâ; “Yâ Âdem, sen dünyâda meşakkat ve tevbeye zürriyetini vâris kıldın. Onlardan biri bana duâ edip, tazarruda bulunduğu zaman senin tevbeni ve duânı kabûl ettiğim gibi, onun da tevbesini ve duâsını kabûl ederim. Onlardan biri, benden af ve mağfiret dileyip, bana sığınırsa tevbesini kabûl ederim. Çünkü ben tevbeleri kabûl ediciyim. Ey Âdem, ben günahtan tevbe edenleri, Cennet’te haşrederim. Onları mezârlarından neşeli ve güler yüzlü oldukları hâlde duâları kabûl edilmiş olarak kaldırırız.” buyurdu.
Âdem aleyhisselâm tevbe ederken, yanılmasını ve böylece Cennet’te kendisine yasak edilen ağaçtan yemesini kendi nefsine yükledi, yâni kendi irâdesi ile yanıldığını kabûl edip; “Ey Rabbimiz! Biz nefsimize zulmettik” dedi. Böylece af ve mağfiret diledi ve Allahü teâlâ da tevbesini kabûl buyurup onu affetti. Şeytan ise kibir ve hasedinden dolayı kendi irâdesi ile isyân etti ve; “Rabbimin emri gereğince fıska, isyâna düştüm” dedi. Bu sebeple tevbesi kabûl olunmadı.
Âdem aleyhisselâm bir defâsında şeytan ile karşılaşıp; “Ey şeytan! Bana ve benim oğullarıma (zürriyetime) bir düşmanlığın var mı?” dedi. Şeytan; “Senin ve oğullarınla düşmanlığım ebedî olarak vardır?” dedi. Niçin deyince; “Sen bir hatâ işledin, bir günah da ben işledim. Sen de tevbe ettin, ben de. Senin tevben kabûl olundu, benimki kabûl olunmadı” dedi. Âdem aleyhisselâm şeytana şöyle cevap verdi: “Ey mel’ûn! Sen bir günah işledin ve onu kendinden bilmedin, ebedî olarak tard edildin. Ben ise hatâmdan dolayı, tevbe edip, onu nefsime yükledim. Böylece tevbem kabûl olundu.”
Âdem aleyhisselâm Hindistan'da uzun yıllar kalıp mağfiret olunması, bağışlanması için tevbe edince, Allahü teâlâ ona; “Benim için yeryüzünde, arşın altındaki Beyt-i Ma’mûrun hizasında bir beyt (Kâbe'yi) yap” diye emretti. Yapacağı yeri de göstermesi için bir melek vazifelendirdi. Bunun üzerine Âdem aleyhisselâm Hindistan'dan Arabistan'a gitti. Arabistan'a varınca, Arafat'ta Hazret-i Havvâ vâlidemiz ile buluştu. Bu sırada Hazret-i Havvâ da Âdem aleyhisselâmı aramak için Cidde'den Arafat'a gelmişti. Arafat ovasında Müzdelife'de buluştular. Uzun seneler ayrı kalıp, ayrılık ateşiyle yanmışlardı. Hazret-i Havvâ onu tanıyamadı. Cebrâil aleyhisselâm tanıştırdı. Nice seneler ayrı kalmanın üzüntüsü gidip, sevinç ve ferahlığa kavuştular. Beraberce Minâ'ya gittiler. Melekler, “Yâ Âdem! Allahü teâlâdan dileğin nedir?” dediler. “Mağfiret ve rahmet isterim” dedi.
Sonra meleklerin yardımı ile yeryüzünde ilk yapılan binâ olan Kâbe'yi inşâ ettiler. Allahü teâlânın izniyle Hazret-i Havvâ ile birlikte Hindistan'a gittiler. Bundan sonra Âdem aleyhisselâm yaya olarak Hindistan’dan Arabistan'a gidip kırk defâ hac yaptı. Hindistan'da refâh içinde yaşayıp, Allahü teâlânın emrine uyarak ömür sürdüler. Daha sonra da Şam'a yerleştiler.
Âdem aleyhisselâmın kıyâmete kadar gelecek olan çocukları, Arafat meydanında veya başka bir meydanda belinden zerreler hâlinde çıktı. Allahü teâlâ; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyurdu. Hepsi, “Evet” dedi. Sonra hepsi zerreler hâlinde Âdem aleyhisselâmın beline girdi. Buna ahd-ü mîsak denir.
Hazret-i Havvâ vâlidemiz Âdem aleyhisselâm ile buluştuktan sonra biri kız biri erkek olmak üzere yirmi defâ ikiz, tek olarak da Şît aleyhisselâmı dünyâya getirdi. Cebrâil aleyhisselâm, Âdem aleyhisselâma rençberlik işlerini, ekip biçmeyi öğretti. Rençberlik yaptı ve pek çok işle meşgûl oldu.
Taberânî'nin rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Allahü teâlâ Âdem'i Cennet’ten indirdiğinde ona her şeyin san’atını öğretti ve Cennet meyvelerinden rızık verdi. İşte bu meyveleriniz Cennet meyvelerindendir. Fakat sizin meyveleriniz bozulur. Cennet meyveleri bozulmaz.” Râmuz-ül-ehadis’te bildirilen hadîs-i şerîfte de şöyle buyruldu: “Allahü teâlâ Âdem'e bin çeşit san’at öğretti ve ona şöyle buyurdu: “Evlâtların, zürriyetin, eğer rızık husûsunda sabredemezlerse onlara bu san’atlardan biriyle rızık talep etmelerini (kazanmalarını), din ile (dini vâsıta ederek) geçim talebine (sağlamaya) kalkışmamalarını söyle. Zirâ din, sırf benim içindir. Din ile dünyâ talep edenlere (dini dünyâya alet edenlere) yazıklar olsun.”
ÂDEM ALEYHİSSELÂM |
---|