Yûsuf aleyhisselâmın zindandan çıkma vakti yaklaşınca; zamanın Mısır Fir’avn'ı olan Reyyân, acâyip bir rüyâ gördü. Çok merâklandı. Memleketindeki bütün müneccimleri, sihirbazları, rüyâ tâbircilerini topladı. Gördüğü rüyâyı onlara anlattı ve tâbirini istedi. Allahü teâlâ, kâhinlerin basîretini bağladı. Fir’avn'ın rüyâsı hakkında hiç biri ağızlarını açamadılar. Böyle rüyâların tâbirini bilmediklerini söylediler. Fir’avn’ın rüyâsı Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle beyân buyruldu: “(Bir gün Mısır) fir’avn (ı kâhinlerine); “Ben rüyâmda yedi zayıf ineğin yemekte olduğu yedi semiz inek ile, yedi yeşil başağı da, diğer yedi kuru başak sarmalayıp gâlib gelmiş (hiç eseri kalmamış) gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüyâ tâbir edebiliyorsanız, benim rüyâmı hâllediniz dedi. Onlar (kahinler) da, Bu karışık ve (aslı olmayan) bir rüyâdır. Biz böyle rüyâların tâbirini bilmeyiz dediler.” (Yûsuf sûresi: 43-44)
Kâhinler şunu kastettiler: “Rüyâ tâbiri ilmi iki kısımdır. Bir kısmı, tertipli ve muntazam bir sûrettedir. Hayâlî şeylerden aklî hakîkatlere intikâl etmek kolay olur. Rüyânın diğer kısmı ise karışıktır. Bunlarda tertip ve intizam yoktur. İşte Fir’avn'ın rüyâsı bu kısımdandır. Biz bu kısım rüyânın te’vilini bilmeyiz. Bu rüyâ farklı ve değişik şeylerle karışmış, ona bizim aklımız ermez” dediler. Kâhinlerin bu sözleri rüyâ tâbiri ilminde kâmil ihtisas sâhibi birinin ancak böyle karışık rüyâları te’vile muktedir olabileceğini ifâde ediyordu.
Fir’avn ve kâhinler arasında cereyân eden bu konuşmaların yapıldığı mecliste, Yûsuf aleyhisselâmın zindan arkadaşı olan şerbetçi de bulunuyordu. Kalbi sızladı. Hemen Yûsuf aleyhisselâmın; “Beni efendinin yanında an” sözünü hatırladı. Fir’avn'a; “Zindanda ilmi ve ibâdeti çok, sâlih bir zât vardır. Rüyânızın tâbirini bilen biri varsa, o da bu fazîletli zâttır. Onun ilim ve hikmet sâhibi bir zât olduğunu herkes tasdik eder. Ben ve arkadaşım ekmekçi zindanda iken gördüğümüz rüyâyı ona tâbir ettirmiştik. Rüyâlarımız, tâbir ettiği gibi çıktı. İzin verirseniz rüyânızı tâbir ettirip geleyim” dedi. Kur'ân-ı kerîmde bu husûs meâlen şöyle beyân buyruldu: “İki arkadaştan (zindandan) kurtulan (şerbetçi) nice zaman sonra (Hazret-i Yûsuf'u) hatırladı ve; Ben size onun (bu rüyânın) tevilini (bilenden öğrenir) haber veririm. Beni, (o bilene veya zindana) gönderiniz dedi.” (Yûsuf sûresi: 45)
Fir’avn, sevinç ve memnuniyet göstererek şerbetçisine izin verip, Yûsuf aleyhisselâmın yanına gönderdi. Yûsuf'un aleyhisselâm yanına varınca meâlen şöyle dedi: “Ey Yûsuf! Ey Sıddîk (çok doğru sözlü)! Bize yedi zayıf ineğin, yedi semiz ineği yediği, yedi kuru başağın da yedi yeşil başağı yok ettiği (görülen) rüyânın tâbirini haber ver. Umulur ki, insanlara (Fir’avn ve yanındakilere) isâbetli tâbirinizle dönerim de onlar (bu vesîle ile) senin ilimdeki üstün dereceni bilirler dedi.” (Yûsuf sûresi: 46)
Şerbetçi, âyet-i kerîmede bildirildiği gibi Yûsuf aleyhisselâma; “Ey Sıddîk!” diye hitâb etti. Çünkü zindanda berâber bulunduğu müddetçe, onun hiç yalan söylediğini görmemişti. Ayrıca şerbetçinin; “Ey Sıddîk!” diye hitâb etmesi, birinden bir şey öğrenmek isteyen kimsenin, öğreneceği kimseye hürmet etmesi, hürmet ve saygı ifâde eden sözlerle hitâb etmesi lâzım geldiğini göstermektedir.
Şerbetçinin burada “Umulur ki...” gibi, ihtimâle yer vermesinin bâzı sebepleri vardır: 1- Şerbetçi, o kadar kâhinin hakkında söz söylemekten âciz kaldığı bir rüyâyı, Yûsuf aleyhisselâmın da tâbir edememesinden çekiniyordu. 2- Fir’avn ile yakınlarının, Yûsuf'un (aleyhisselâm) cevâbını anlayabileceklerinden pek ümîdli değildi. 3- Anlasalar bile doğruluğuna îtimâd edeceklerini kat’î olarak bilmiyordu. Ayrıca, Fir’avn ve avânesi, Yûsuf aleyhisselâmın fazîletinden habersiz oldukları gibi, diğer insanlar da fazîlet ve üstünlük sâhibinin kadrini anlayamayacak kadar gaflet içindeydiler. Bu ve benzeri sebeplerden kat’î bir ifâde yerine “Umulur ki” dedi.
Ayrıca Şerbetçi, Fir’avn’ın rüyâsını hiç değiştirmeden aynı lafızlarla, Yûsuf aleyhisselâma nakletti. Çünkü, rüyâ tâbir ilminde rüyâ, anlatılış şekline göre yorulur. Bir rüyâ, değişik lafızlarla anlatılırsa, değişik tâbirler yapılır.
Yûsuf aleyhisselâm rüyânın tâbirini Kur'ân-ı kerîmde bildirildiği gibi meâlen şöyle yaptı: “(Yedi semiz inek ve yedi yeşil başak bolluk ve genişlik yıllarıdır. Yedi zayıf inek ve yedi kuru başak kıtlık yıllarıdır. Şimdi) yedi yıl zirâatteki âdetiniz üzere ekin ekin. Yiyeceğiniz az bir mikdarı dışında, buğdayı başaklarında bırakın.” (Yûsuf sûresi: 47) Buğdayın başakta saklanması, kurt düşmemesi içindir. Böylece buğday uzun müddet kalabilir. Yûsuf aleyhisselâmın buğdayın ekseriyetini saklamayı emretmesi, ilerde gelecek kıtlık yılları içindi. Yûsuf aleyhisselâm, tâbirine devam ederek meâlen; “(Bu bolluk yılları geçtikten) sonra bir yedi sene kıtlık olacak. (Bu kıtlık seneleri için) evvelce biriktirdiğiniz (buğdayın tohumluk olarak) saklayacağınız az bir mikdarından başkasını (o vakte yetişenler) yiyip bitirecekler. Bundan (kıtlık seneleri geçtikten) sonra bir (bereketli) yıl gelecek. O sene yağmurlar yağıp her çeşit mahsulde feyz ve bereket olacak, insanlar, o zaman sıkacaklar. (yani üzüm, zeytin, susam gibi şeylerin usâresinden, suyundan ve hayvanların sütünden insanlar çok istifâde edecekler) dedi.” (Yûsuf sûresi: 48-49) Âyet-i kerîmenin sonunda meâlen; “(O bereketli yılda) sıkacaklar” buyrulmuş, fakat insanların neyi sıkacakları beyân edilmemiştir. Bu ise, sıkılabilecek olan her türlü meyvenin sıkılabileceğine delâlet etmektedir. Bâzı âlimler, “sıkacaklar” ın “Süt hayvanlarını sağarlar” mânâsına da geldiğini bildirmişlerdir. Çünkü, hayvanın sütünü almak için memesi sıkılır. Sel ve afete sebep olmayan yağmurların yağdığı yılda hâliyle ot fazla olur. Hayvanlar güzel beslenir ve iyi ürün alınır. İşte bu da bolluk yıllarına mahsus bir berekettir. Âyet-i kerîmedeki “sıkacaklar” lâfzı bu mânâyı da içine almaktadır.
Alimlerimiz, Fir’avn’ın rüyâsını böyle teferruâtlı bir şekilde yorumlayan Yûsuf aleyhisselâmın, bu bilgileri rüyâdan çıkarmış olabileceği gibi, kendisine Allahü teâlâ tarafından vahiy yolu ile haber verilebileceğini de bildirmişlerdir. Çünkü, Yûsuf aleyhisselâm, rüyâyı tâbir ederken gelecekten haber vermiştir. Yedi yıl bolluğun peşinden gelen yedi kıtlık senesinden sonra, bir bolluk yılı geleceğini müjdelemiş ve bunu teferruâtlı bir şekilde bildirmiştir. Bu durum vahiyle bildirilme ihtimâlini kuvvetlendirmektedir. Ancak Fir’avn’ın rüyâsından bu müjdeyi çıkarması da mümkündür. Çünkü Fir’avn’ın rüyâsı, kıtlığın yedi seneden fazla sürmeyeceğini göstermektedir. Bu âlemde birbirine zıt olan iki şeyden biri bitince diğeri başlar. Allahü teâlânın âdet-i ilâhiyyesi böyledir. Her kıtlık ve darlığın sonunda bir bolluk ve genişlik görülür. Yûsuf aleyhisselâm da bunu bildiği için kıtlıktan sonra bolluk yılının geleceğini haber vermiş olabilir. Ancak bâzı âlimler; “Yûsuf aleyhisselâm kıtlıktan sonra bereketli bir yılın geleceğini vahiy yoluyla haber vermiştir. Yoksa geleceğini bildirdiği o bolluk yılını tafsilatlı olarak haber veremez, kısa bir cevapla bırakırdı. Tafsilatlı haber verebilmek, vahiyden başka yolla bilinemez” dediler.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.