Allahü teâlânın emri ile, Nûh (aleyhisselâm) kavmine şu üç şeyi emretti.
1- Allahü teâlâya ibâdet etmek. 2- O'ndan korkmak. 3- Kendisine itâat.
Hazret-i Nûh kavmine dedi ki: “Allahü teâlâ beni size, tebliğ vazifesini yerine getirmem için gönderdi. Size, O'nun tarafından bildireceğim hükümler şunlardır: Allahü teâlâya ibâdet etmeniz, O'nun haram kıldığı şeylerden kaçınmak sûretiyle O'ndan korkmanız ve emredilen ve nehyedilen husûslarda, benim emirlerim ve yasaklarımda bana itâat etmenizdir. Eğer bu üç şeye riâyet ederseniz; büyük menfaatlere, faydalara kavuşursunuz. Bunlara riâyet edin ki Allahü teâlâ sizi mağfiret buyursun.”
İbâdeti emretmek, kalb ve bedene âit olan işlerden yapılması istenenleri; Allahü teâlâdan korkmayı emretmek de haram ve mekruhlardan sakınmayı gerektirir. Nûh'a (aleyhisselâm) itâati emretmeye, her ne kadar, Allahü teâlâya ibâdet ve O'ndan korkmak dâhil ise de, bunun ayrıca zikredilmesi, teklifte te’kid yâni pekiştirmek içindir.
Bu üç teklifi kabûl edip riâyet etmeleri hâlinde onlara, şu iki şey vâd edilmişti:
1- Bu emirlere riâyet ederlerse, günahlarını mağfiret etmekle, âhıret sıkıntılarından ve azâblardan kurtulacaklardır.
2- Dünyâda karşılaşacakları zararlar giderilecektir. Bu da, mümkün olan nispette ecellerinin tehir edileceği ve dünyâ sıkıntılarından korunacakları şeklindedir.
Nûh sûresinin 4. âyet-i kerîmesinde meâlen; “...Eğer bilseydiniz” buyruldu. Bununla, dünyâ sevgisinden, bu sebeple helâk olmaktan, dünyâya düşkün olmakla dinden yüz çevirmekten sakındırılmaktadır. Yâni Nûh'un (aleyhisselâm) kavminin insanları, ölümde şüphe eder derecede dünyâya düşkün olup, dünyâlık peşinde koşarlardı. Onun için âyet-i kerîmede; “...Eğer bilseydiniz...” buyruldu.
İslâm âlimlerinin, kitaplarında bildirdikleri gibi, Âdem aleyhisselâmdan Muhammed aleyhisselâma kadar gelen bütün peygamberler, ümmetlerine hep aynı îmânı, aynı îtikâd esaslarını bildirmişlerdir. Ümmetlerine, inanmaları icâbeden şeyleri bildirmelerinde herhangi bir değişiklik olmamıştır. Çünkü îmân aynıdır ve hiç değişmez.
Fakat ibâdetlerde yâni beden ile yapılması ve sakınılması lâzım olan hükümlerde farklılıklar olmuştur.
Allahü teâlâ her ümmete, hâllerine, zamanın şartlarına göre emir ve yasaklar göndermiştir. En son olarak, kıyâmete kadar, bütün icapları, ihtiyaçları karşılayan, en mükemmel ve en üstün din olan İslâmiyeti göndermiştir.
İbn-i Ebî Hâtim’in rivâyetine göre, İdrîs (aleyhisselâm) kavmine; “La ilâhe illallah” demelerini emretti. İbâdet olarak yapmaları ve sakınmaları emredilenler de çok az idi. İnsan öldürmek, içki içmek, zinâ ve daha başka kötü ve bozuk işler haram idi. Hazret-i İdrîs'in dîninde, insanların Allahü teâlâdan başka ilâh olmadığına ve İdrîs'in (aleyhisselâm) peygamberliğine inanıp, şehâdet etmeleri kâfi geliyordu. Çünkü bu şehâdet, O'nu tasdik edenleri, kötü ve çirkin işleri yapmaktan men etmektedir. Kur’an-ı kerîmde, namazın, insanı kötülüklerden men ettiği bildirilmektedir. Gerçekten namaz, insanı kötülüklerden uzaklaştırmakta, çok açık ve pek tesirlidir. Her hal-ü kârda çirkinlik ve kötülükten uzaklaştırır. Ankebût sûresinin 45. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: “Doğru kılınan namaz, insanı fahşadan ve münkerden elbette uzaklaştırır.”
Bâzı dinlerde tekliflerin (emir ve yasak edilen şeylerin) az olması, kolaylık şeklinde görünse de bu, o ümmetler için bir iyilik ve kolaylık değildir. Şâyet böyle olsa idi, bu ümmete bir çok şey haram kılınmazdı. Çünkü bizim Peygamberimiz, bütün peygamberlerin üstünü, efdâlidir. Bilakis, emir ve yasakların az olduğu, kendilerinden az şeyler istenen ümmetlerde, itâat etmeyenlerin cezâları da pek ağırdır. Onların cezâlarında ziyâdelik vardır. Emir ve yasakları az olan dinlerdeki kimselerden itâat etmeyenlerin cezâları, emir ve yasakları çok olan dinlerdeki itâat etmeyenlerin cezâlarından çok fazladır.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.