Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

“Lâ ilâhe illallah" diyerek kurtulunuz...

“Lâ ilâhe illallah" diyerek kurtulunuz... || Peygamberler Ansiklopedisi || Hadis Kütüphanesi

Habîb-i ekrem ve Nebiyy-i muhterem efendimiz, Mut'im bin Adî'nin himâyesinde Mekke'ye geldi. İnsanları hak yola dâvet etmeye devam etti. Bu durum karşısında, müşrikler yine azıtıp eskisinden daha çok işkence ve zulüm yapmaya başladılar. Bunun üzerine cenâb-ı HakPeygamber efendimize, Kâbe'yi ziyâret mevsiminde, ziyârete gelen Arab kabîleleriyle görüşüp, onları İslâm'a dâvet etmesini emreyledi. Sevgili Peygamberimiz, bu emir üzerine, Mekke civarında kurulan Zülmecâz, Ukâz ve Mecenne panayırlarına giderek, kabîleleri, Allahü teâlânın birliğine ve O'na ibâdet etmeye dâvet eder, kendisinin peygamber olduğunu kabûl etmelerini söylerdi. Kabûl ettikleri takdirde, cenâb-ı Hakk'ın, onlara Cennet’i vereceğini bildirirdi. Peygamber efendimizin, yalvarırcasına yaptığı bu dâvetlere, ne yazık ki, hiç birisi kulak asmaz, bâzıları kaba davranır, hakârette bulunur, bâzıları da suratını asıp kötü sözler sarf ederdi. Kureyş müşrikleri de O'nu tâkib ederek gittikleri kabîleleri ifsâd ederlerdi.
İmâm-ı Ahmed, Beyhekî, Taberânî ve İbn-i İshak'ın bildirdiklerine göre, Rebîa bin Abbad şöyle rivâyet etti. "Genç idim. Babamla beraber Minâ’ya gitmiştik. Resûl aleyhisselâm, Arab kabîlelerinin kondukları yere varır; “Ey filan oğulları! Taptığınız şu putları atarak, Allahü teâlâya hiç bir ortak koşmadan ibâdet etmenizi, bana inanıp beni tasdik etmenizi, Hak teâlâ tarafından gönderilmiş olduğum vazifeyi açıklayıp yerine getirinceye kadar beni korumanızı size emreden Allahü teâlânın resûlüyüm!..." buyururdu. Peşi sıra giden şaşı gözlü, örgülü saçlı bir adam da; "Ey filan oğulları! Bu sizi, putlarımız Lât ve Uzzâ'ya tapmaktan men edip, kendisinin uydurduğu bir dîne dâvet ediyor!.. Sakınınız!.. O'nu dinlemeyiniz ve O'na itâat etmeyiniz!.." diyordu. Ben babama; "Bu zâtı tâkib eden kimdir?" diye sordum. "Amcası Ebû Leheb'dir" dedi.
Taberânî, Târık bin Abdullah'dan şöyle rivâyet elti: "Resûl aleyhisselâmı Zülmecâz panayırında görmüştüm. İnsanların duyması için, yüksek sesle; “Ey insanlar! “Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur)" deyiniz de kurtulunuz" buyurarak sesleniyordu. O'nu tâkib eden bir kimse de eline geçirdiği taşları ayaklarına atarak; "Ey cemâat! İnanmayınız!.. O'ndan sakınınız! Çünkü O yalancıdır!.." diyordu. Öyle ki, değen taşlar mübârek ayaklarını kanatmıştı da, O hâlâ yılmadan, yorulmadan dâvetine devam ediyordu. "Bu genç kimdir?" diye sordular. Birisi; "Abdülmuttalîb oğullarından bir gençtir" cevâbını verdi. "Taş atan kim?" diye sorduklarında; "Amcası Ebû Leheb" dedi.
İmâm-ı Buhârî "Târih-ul-Kebîr"inde ve Taberânî "Mu'cem-ül-Kebîr’inde zikr etti: "Müdrik bin Münib, babasından, o da dedesinden nakletti ve dedi ki: "Babamla Minâ’ya gelip konaklamıştık. Bir toplulukla karşılaştık. Bir kimse onlara; “Ey insanlar! “Lâ ilâhe illallah" deyiniz de kurtulunuz" buyuruyordu. Etrâfındaki insanlardan bâzıları O'nun, o güzel yüzüne tükürüyor, bâzıları başına toprak saçıyor, bâzıları da küfredip çeşitli hakâretlerde bulunuyordu. Bu hâl öğleye kadar devam etti. Bu sırada bir kız çocuğu elinde su kabı ile oraya geldi. O'nu o hâlde görünce ağlamaya başladı. O kimse, su içtikten sonra kıza dönüp; “Ey kızım! Baban hakkında; tuzağa düşürülüp öldürülecek, zillete uğrayacak diye korkma!" buyurdu "Bu kimse ve o kız kimdir?" diye sorduk. "Bu, Abdülmuttalîb oğullarından Muhammed'dir, yanındaki de kızı Zeyneb'dir (radıyallahü anhâ)" dediler."
Sa’îd bin Yahyâ bin Sa’îd, "El-Emevî Megâzî’sinde babasından nakletti. O da Ebû Naîm'den, Abdurrahmân Âmirî'den, o da bir çok kimseden rivâyet etti. Dediler ki; sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, bir gün Ukâz panayırına gitti. Benî Âmir kabîlesine varıp, onlara; “Ey Benî Âmir! Sizde, size sığınan kimselere himâye nasıldır?" diye sordular. Onlar da; "Bize hiç kimse laf atamaz, habersiz ateşimizden ısınamaz!.." dediler. Peygamber efendimiz; “Ben, Allahü teâlânın resûlüyüm. Yanınıza geldiğim zaman, Rabbimin, bana verdiği peygamberlik vazifesini insanlara ulaştırıncaya kadar beni korur musunuz?" buyurdu. Onlar; "Sen, Kureyş'ten kimlerdensin?" diye sordular. Efendimiz: “Abdülmuttalîb oğullarındanım" buyurunca, onlar; "Mâdem ki, Abdülmuttalîb oğullarındansın, niçin onlar seni korumuyorlar?" dediler. Resûlullah efendimiz de; “Beni yalanlayanların önde geleni onlar oldular" buyurdu. Benî Âmir topluluğu dediler ki: "Ey Muhammed! Biz seni ne reddederiz, ne de getirdiklerine îmân ederiz. Ancak, sen, peygamberlik vazifeni insanlara ulaştırıncaya kadar seni koruruz." Bunun üzerine Peygamber efendimiz, onların yanına oturdu.
O sırada Benî Âmir'in ileri gelenlerinden Beyhara bin Fâris, panayırda alış verişini bitirip yanlarına geldiğinde, oradakilere, Peygamber efendimizi göstererek; "Bu kimdir?" diye sordu. Onlar da; "Muhammed bin Abdullah'dır" dediler. Beyhara; "Sizin O'nunla ne işiniz var ki, yanınıza oturttunuz?" deyince; "Bize sığındı, Allah'ın resûlü olduğunu söylüyor ve peygamberlik vazifesini insanlara tebliğ edinceye kadar, kendisini korumamızı istiyor" dediler. Bunun üzerine Beyhara, Peygamber efendimize dönüp; "Seni korumağa kalkmamız, bütün Arabların okuna göğsümüzü hedef tutmamız demektir" dedi ve kavmine de; "Yurtlarına, sizden daha kötü bir şeyle dönen bir kabîle yoktur. Demek siz, bütün Arablarla savaşacak, onların okuna vücûdunuzu hedef tutacaksınız ha!.. Eğer kavmi, O'nda bir hayır görseydi, önce kendileri korurdu. Siz, kavminin yalanlayıp yanlarından uzaklaştırdığı kimseyi barındırmaya, O'na yardım etmeye kalkıyorsunuz!.. Çok yanlış düşünüyorsunuz!..." dedi. Sonra sevgili Peygamberimize dönüp; "Derhal aramızdan ayrılıp kavmine dön!.. Yemîn ederim ki, kavmimin arasında olmasaydın, şimdi senin boynunu vururdum!.." demek bedbahtlığında bulundu. Bu sözler üzerine, Âlemlerin efendisi büyük bir üzüntü içerisinde devesine bindi. O küstah Beyhara, Resûlullah efendimizi devesinden düşürdü. Bu hâdiseyi gören Eshâb-ı kirâmdan (radıyallahü anhüm) Dabââ binti Âmir isminde bir hanım feryâd edip; "Allahü teâlânın Habîbine, şu yapılanı nasıl revâ görüyorsunuz? Benim hatırım için Resûlullah'ı bunların elinden kurtaracak yok mudur?" diyerek akrabâlarına seslendi. Amcaoğullarından üç kişi, hemen bahtsız Beyhara'nın üzerine yürüdü. Beyhara'nın kavminden iki kişi ona yardım etmek istediyse de, diğerleri Beyhara'yı ve yardımcılarını hırpalayıp dövdüler. Bu durumu tâkibeden sevgili Peygamberimiz, kendisi için dövüşen o üç kimse için; “Yâ Rabbî! Bu kimselere bereketini ihsân eyle"; Beyhara ve yardımcıları için de: “Yâ Rabbî! Bunları da rahmetinden uzaklaştır" diye duâ ettiler. Hayır duâ buyurduğu kimseler, müslüman olmakla şereflenirken, diğerleri de kâfir olarak can verdiler. Benî Âmir kabîlesi mensupları, memleketlerine döndüklerinde, kabîlelerindeki, semâvî kitapları okumuş yaşlı bir kimseye, Mekke'de başlarından geçenleri anlattılar. O kimse, Peygamber efendimizin ismini duyunca; "Ey Benî Âmir! Siz ne yaptınız? İsmâil oğullarından hiç biri şimdiye kadar yalan yere peygamberlik davasında bulunmamıştır. Muhakkak ki, O'nun söylediği doğru ve hak idi. Kaçırılan bu fırsatı artık telâfî etmek çok zordur!.." diyerek onları kınadı.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

[blogger]

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget