Peygamber efendimiz, hâne-i seâdetlerine gelinceye kadar, yanından geçtiği her taşın, her ağacın; “Esselâmü aleyke Yâ Resûlallah!” dediğini işitti. Evine gelip; “Beni örtünüz! Beni örtünüz!” buyurdu ve ürpermesi geçinceye kadar, istirâhat ettiler. Sonra gördüklerini hazret-i Hadîce vâlidemize anlattılar ve “Cebrâil (aleyhisselâm) gözümden gayb oldu. Lâkin onun heybet, şiddet ve korkusu üzerimden gitmedi. Bana mecnûn diyeceklerinden ve dil uzatıp kötüleyeceklerinden korktum” buyurdular. Bu hâlleri ve bu günleri bekleyen, buna hazır olan hazret-i Hadîce; “Allahü teâlâ korusun. Hak teâlâ sana hayır ihsân eder ve hayırdan başka bir şey dilemez. Allahü teâlânın hakkı için, bu ümmetin peygamberi olacağına inanıyorum. Zirâ sen, misâfiri seversin. Doğru söylersin ve emînsin. Âcizlere yardım eder, yetimleri korur, gariplere yardımda bulunursun. İyi huylusun, bu hasletlerin sâhibinde korku olmaz” dedi. Sonra, bu durumu sormak üzere, Varaka bin Nevfel'e gittiler. Varaka, Resûlullah efendimizin anlattıklarını dinledikten sonra; “Müjde ey Muhammed aleyhisselâm! Allahü teâlâya yemîn ederim ki, sen, hazret-i Îsâ'nın haber verdiği son peygambersin. Sana görünen melek, senden evvel Mûsâ aleyhisselâma gelen Cebrâil aleyhisselâmdır. Ah! Keşki genç olsaydım. Seni Mekke'den çıkardıkları zamana yetişseydim de, yardımına koşsaydım. Çok yakın bir zamanda tebliğ ve cihâdla emrolunursun” dedi ve Peygamber efendimizin mübârek elini öptü. Çok geçmeden vefât etti.
Sevgili Peygamberimize, peygamberliğinin bildirildiği ilk vahiy böyle gelmişti. Sonra kesildi ve üç sene gelmedi. Bu arada İsrâfil aleyhisselâm ismindeki melek gelip, bâzı şeyler öğretti. Bunlar vahiy değildi. Bu zaman zarfında, ara sıra Resûlullah efendimiz çok muzdarip olurdu. Efendimiz üzüldükçe, Cebrâil aleyhisselâm görünerek; “Ey Habîbullah! Sen Allahü teâlânın peygamberisin” der ve üzüntüsünü yatıştırırdı. Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Vahyin kesildiği zamanda idi. Hira Dağı’ndan aşağı inerken, ansızın gök tarafından bir ses işittim. Yukarı baktım. Cebrâil'i (aleyhisselâm) gördüm. Yer ile gök arasında, bir kürsî üzerinde oturmuş idi. Bana korku geldi. Eve vardım. Beni bir şey ile örtün, dedim. Hak teâlâ vahiy gönderdi; “Ey örtüye bürünen Peygamber! Kalk da (kavmini Allah'ın azâbı ile) korkut! (Îmân etmezlerse, azâba uğrayacaklarını kendilerine haber ver). Rabbini tekbîr et. Elbiseni de temiz tut” (mealindeki) Müddessir sûresinin ilk âyetlerini getirdi. Bundan sonra vahyin arkası kesilmedi.”
Fahr-i kâinat aleyhi efdâlüs-salevat efendimiz, insanları İslâm’a dâvete, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını tebliğe başladı.
Cebrâil aleyhisselâm, vahiy getirirken bâzan insan şekline girer ve Dıhye-i Kelbî'nin (radıyallahü anh) sûretinde gelirdi. Bazen Peygamber efendimizin kalbine ilkâ, telkîn ederdi. Resûlullah efendimiz, onu görmezdi. Bazen rüyâ ile bâzan da dehşet saçan bir uğultu ile gelirdi. Vahyin, Peygamber efendimize en ağır ve çetin geleni bu idi. Bu hâllerinde Resûlullah'ın en soğuk günde bile mübârek alınlarından terler dökülür, deve üzerinde iseler, vahyin ağırlığından deve yere çökerdi. Yanında bulunan sahâbîler de, vahyin ağırlığını hissederlerdi. Cebrâil aleyhisselâm, birkaç defâ kendi şekil ve sûretinde geldi. Allahü teâlâ, meleksiz ve perdesiz, yâni hiç bir vâsıta olmadan da Peygamber efendimize vahyetmiştir. Bu hâl mîrâc gecesinde vâki olmuştur. İlk vahyin gelmesiyle peygamberlik vazifesine başlayan Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin, İslâm’ı tebliği yirmiüç sene devam etti. Bu zamanın onüç senesi Mekke'de, on senesi de Medîne'de geçmiştir.
Kur'ân-ı kerîm 22 sene 2 ay 22 gün gibi bir zamanda vahyedilip tamamlanmıştır.
Muhammed aleyhisselâm ümmî idi. Yâni kitap okumamış, yazı yazmamış ve hiç kimseden ders görmemişti. Mekke'de doğup büyümüş, belli kimseler arasında yetişmişti. Böyle olduğu hâlde, Tevrât’da ve İncîl’de, Yunan ve Roma devirlerinde yazılmış kitaplarda bulunan bilgilerden, hâdiselerden haber verdi, İslâmiyeti bildirmek için, hicretin altıncı senesinde Rum, İran ve Habeş hükümdârlarına ve diğer Arab pâdişahlarına mektuplar gönderdi. Huzûruna altmıştan ziyâde yabancı elçi gelmiştir. Bu husûs, Kur'ân-ı kerîmde meâlen; “Sen, bu Kur'ân-ı kerîm gelmeden önce, bir kitap okumadın. Yazı yazmadın. Okur-yazar olsaydın, başkalarından öğrendin diyebilirlerdi” (Ankebût sûresi: 48) şeklinde bildirilmektedir. Hadîs-i şerîfte de; “Ben ümmî peygamber Muhammed'im. Benden sonra peygamber yoktur” buyruldu. Yine Kur’ân-ı kerîmde şöyle buyrulmaktadır: “O (Muhammed aleyhisselâm) kendiliğinden konuşmamaktadır. O'nun sözleri, O'na bir vahiy ile bildirilmekte, öğretilmektedir.” (Necm sûresi: 3, 4)
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.