Müşrikler, Medîne'ye doğru yola çıkan Muhammed aleyhisselâmı ve hazret-i Ebû Bekr'i devamlı arıyorlardı. Bulamadıkları takdirde kendileri için pek büyük bir tehlike baş gösterecekti. Çünkü, müslümanların bir "İslâm Devleti" kurup, kısa zamanda kendilerini ortadan kaldırabileceklerini düşünüyorlardı. Bu sebeple müşrikler, her şeylerini ortaya koydular. Peygamber efendimizle hazret-i Ebû Bekr'i öldürene veya esir edene; yüz devenin yanı sıra sayısız mal ve para vereceklerini vâd ettiler. Bu haber, Sürâka bin Mâlik'in mensubu olduğu Müdlicoğulları arasında da yayıldı. Sürâka bin Mâlik, iyi iz sürerdi. Bu yüzden olup bitenlerle yakından ilgilendi.
Müdlicoğulları bir Salı günü, Sürâka bin Mâlik'in oturduğu bölge olan Kudeyd'de, toplanmışlardı. Toplantıda Sürâka bin Mâlik de vardı. O sırada Kureyş'in adamlarından biri gelip, Sürâka'ya; "Ey Sürâka! Vallahi ben az önce, sahile doğru giden üç kişilik bir kâfile gördüm. Onlar herhâlde Muhammed ile Eshâbıdır" dedi. Sürâka, durumu anladı. Fakat, ortaya çok fazla mükâfat konulduğu için, bunu tek başına elde etmek istiyordu. Bu sebeple başkasının haberdâr olmasını arzu etmiyordu. "Hayır, o senin gördüğün kimseler, filan kişilerdir. Biraz önce geçmişlerdi. Onları biz de gördük" diyerek, önemli bir şey yokmuş gibi konuştu.
Sürâka bin Mâlik, biraz daha bekledi. Dikkat çekmeden evine geldi. Hizmetçisine, atını ve silâhını alıp vâdinin, arkasında kendisini beklemesini söyledi. Kendisi de kargısını almış, parlaklığının dikkati çekmemesi için ucunu aşağıya çevirmişti. Atını koşturmağa başladı. Yoluna devam ederek, nihâyet izlerini buldu. Yaklaşınca birbirlerini iyice görebiliyorlardı. Hattâ Sürâka, Peygamber efendimizin okuduğu Kur'ân-ı kerîmi bile işitiyordu. Fakat, Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem arkalarına hiç bakmıyorlardı. Hazret-i Ebû Bekr geriye bakınca, Sürâka'yı görüp, telâşa kapıldı. Peygamber efendimiz ona, mağaradaki gibi; “Üzülme, Allahü teâlâ bizimle beraberdir" buyurdu.
Buhârî hazretlerinin rivâyetine göre, bu sırada Hazret-i Ebû Bekr, bir atlının kendilerine yetiştiğini Resûl-i ekreme arz edince, Peygamber efendimiz; “Yâ Rabbî! Onu düşür" diye duâ buyurdular. Başka bir rivâyette, Sürâka yanlarına kadar gelince, Hazret-i Ebû Bekr, ağlamaya başladı. Resûl-i ekrem efendimiz niçin ağladığını sorunca; "Vallahi kendim için ağlamıyorum. Sana bir zarar gelmesinden korktuğum için ağlıyorum" dedi.
Sürâka, Peygamber efendimize saldırabilecek kadar yaklaştı. "Yâ Muhammed! Seni, bugün benden kim koruyacak!" dedi. Server-i âlem efendimiz de; “Beni, Cebbâr ve Kahhâr olan Allahü teâlâ korur" cevâbını verdi. O sırada Sürâka'nın atı, iki ön ayaklarıyla dizlerine kadar yere battı. Bundan kurtulup, tekrar saldırmaya teşebbüs edince, atının ayakları yine yere saplandı. Sürâka, atını ne kadar zorladıysa da, onu bir türlü kurtaramadı. Başka yapacağı hiç bir şey yoktu. Çâresiz kalınca, şefkât ve merhamet sâhibi olan Resûlullah efendimize yalvarmaya başladı. Bütün olgunlukları ve iyi ahlâkı kendisinde toplayan, üstün ahlâk ve yaratılış üzere olan Peygamberimiz onun bu dileğini kabûl etti. Sürâka; "Yâ Muhammed! Muhâfaza olunduğunu anladım. Duâ et de kurtulayım. Bundan sonra sana aslâ zarar vermem. Senin peşine düşenlere de senden hiç bahsetmiyeceğim" diyordu. Kâinatın efendisi; “Yâ Rabbî! Eğer o sözünde doğru ve samîmi ise, atını kurtar" diye duâ edince, Allahü teâlâ bu duâyı kabûl buyurdu.
Sürâka bin Mâlik'in atı, ancak bu duâdan sonra çukurdan kurtulabilmişti. Bu sırada atın ayağının battığı yerden, göğe doğru duman gibi bir şey yükseliyordu. Sürâka, hayretler içerisinde kaldı ve bütün bu olup bitenlerden, Muhammed aleyhisselâmın dâimâ korunmakta olduğunu anladı. Pek çok şeye şâhid olmuştu. Sonunda; "Yâ Muhammed! Ben Sürakâ bin Mâlik'im! Benden aslâ şüpheniz olmasın. Size söz veriyorum. Bundan sonra beğenmediğiniz hiç bir işi yapmıyacağım. Kavmin, seni ve arkadaşlarını yakalayana çok mükâfat vereceğini vâdetti" dedi ve Kureyş müşriklerinin yapmak istediklerini birer birer anlattı. Hattâ, onlara yol azığı ve binmek için deve vermek istediyse de, sevgili Peygamberimiz kabûl etmedi ve ona: “Ey Sürâka! Sen İslâm dînini kabûl etmedikçe, ben de senin deveni ve sığırını arzu etmem, istemem. Sen bizi gördüğünü gizli tut, yeter" buyurdu. İbn-i Sa'd da şöyle nakleder: Sürâka, Peygamber efendimize, bana, istediğini emret deyince, Resûlullah efendimiz; “Yurdunda dur. Hiç kimsenin bize yetişmesine meydan verme" buyurmuştur.
Allahü teâlâ dileyince her şey oluyordu. O'na hâlis bir şekilde güvenip, rızâsı yolunda yürüyünce, akıl almaz hâdiseler meydana geliyordu. Resûlullah efendimizi öldürüp, büyük mükâfatlara kavuşma hırsıyla, kükreyen bir aslan tavrıyla yola çıkan Sürâka, artık; mûnis, uysal, bir çocuk gibiydi. Her şeye kâdir olan Allahü teâlâ, Habîbine zarar vermemesi için, Sürâka'nın kalbini iyiliğe doğru çevirmişti. Elbette, Allahü teâlâ Habîbini sallallahü aleyhi ve sellem yalnız bırakmayacaktı. Çünkü O, insanlara merhamet için, onların dünyâda ve âhırette ebedî saâdet ve mutluluğa kavuşması için gönderdiği sevgili Peygamberiydi.
Sürâka bundan sonra izi üzerine geri döndü. Başından geçenleri karşılaştığı kimselere de anlatmadı.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.