Sevgili Peygamberimiz, bu dâvetlerden sonra nerede bir kimse veya topluluk görse, onlara İslâm’ı anlattı. Hakîkî kurtuluşun; nefse uymaktan, zulümden, haksızlıktan ve her türlü kötü işlerden uzaklaşmakla ve Allahü teâlâya îmân etmekle mümkün olacağını bildirdi. Nefislerinin isteklerine, şehvetlerine uyanlar, zayıfları ezenler ve azgınlıkta aşırı gidenler buna şiddetle karşı çıktılar. Bütün bu bozuk işlerine son verileceğini görerek, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiklerini inkâr ettiler. O'na ve inananlara düşman oldular.
Müşrikler, önce alay ediyorlardı. Sonra baskı ve işkencelerini arttırmaya karar verdiler. Mü’minleri sindirmek, İslâm davasını söndürmek istiyorlardı. Bunların başlarında; Ebû Cehil, Utbe, Şeybe, Ebû Leheb, Ukbe bin Ebî Mu'ayt, Âs bin Vâil, Esved bin Muttalib, Esved bin Abdi Yagves, Velîd bin Mugîre… vardı.
Bir gün Utbe, Şeybe ve Ebû Cehil, Ebû Tâlib'e; “Sen bizim büyüğümüzsün. Biz, sana dâimâ saygı gösterir, hürmet ederiz. Şimdi kardeşin oğlu, yeni bir din kurdu. Putlarımıza sövüp bizi kâfirlikle itham ediyor. Kendisine nasîhat et. Bu işten vazgeçir. Şâyet vazgeçmezse, O'nun hakkından nasıl gelineceğini biz biliriz...” dediler. Ebû Tâlib, onları yatıştırarak geri gönderdi ve durumu Peygamberimiz üzülmesin diye, O'ndan sakladı. Müşrikler, bir müddet sonra tekrar toplanıp, Ebû Tâlib'e geldiler; “Bundan önce sana gelmiş, durumu bildirmiştik. Sözümüze iltifât etmedin. O, hâlâ putlarımızı kötülemeğe devam ediyor. Artık, tâkâtimiz kalmadı. Her ikinizle de kanımızın son damlasına kadar çarpışacağız. Mekke'de, ya O yahut da biz yok oluruz” dediler. Ebû Tâlib, onları yatıştırmaya çalıştı fakat inâdlarında ısrâr ettiler. Ebû Tâlib. Resûlullah efendimizin kırılmasını istemediği gibi kavmiyle aralarında herhangi bir düşmanlık çıkmasını da arzu etmiyordu. Peygamberimize gelip; “Ey Muhammed! Bütün kavim sana düşmanlıkta birleştiler ve bana şikâyete geldiler. Akrabâ arasında düşmanlık, iyi değildir. Onlar kendilerine kâfir dememeni ve bozuk yolda olduklarını söylemeyip kötülememeni isterler” dedi. Bunun üzerine Habîb-i ekrem efendimiz; “Ey amca! Şunu bil ki, güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler (her ne vâd ederlerse etsinler) ben aslâ bu dinden ve onu insanlara tebliğ etmekten, bildirmekten vazgeçmem. Yâ, Allahü teâlâ bu dîni bütün cihâna yayar, vazifem biter veya bu yolda canımı fedâ ederim” buyurdu ve ayağa kalktı. Mübârek gözlen yaş ile dolmuştu. Resûlullah efendimizin üzüldüğünü gören Ebû Tâlib, söylediklerine pişman oldu ve O'nun boynuna sarılarak; “Ey kardeşimin oğlu! Yoluna devam et, istediğini yap. Ben hayatta oldukça seni himâye edip, koruyacağım” dedi.
Müşriklerin ileri gelenlerinden on kişi, Ebû Tâlib'in, hazret-i Muhammed'i himâye ettiğini anlayınca, Umâre bin Velîd'i de yanlarına alarak Ebû Tâlib'e gittiler. Ona; “Ey Ebû Tâlib! Bilirsin ki, bu Umâre, Mekke gençlerinin en yakışıklısı, en güçlüsü, en ahlâklısıdır. Ayrıca şâirdir. Onu sana verelim, kendi işlerinde kullan. Umâre'nin karşılığında bize Muhammed'i ver, öldürelim. Sana adam karşılığında adam! Daha ne istersin!” diyerek, kabûlü mümkün olmayan bir teklifte bulundular. Ebû Tâlib, bu söze son derece hiddetlendi ve “Siz, önce bana kendi oğullarınızı verin. Onları ben öldüreyim. Ondan sonra yeğenimi vereyim” deyince, müşrikler işin vahametini anlayıp; “Bizim çocuklarımız, O'nun yaptığını yapmıyor ki...” dediler. Ebû Tâlib; “Yemîn ederim ki, benim yeğenim sizin çocuklarınızın cümlesinden daha hayırlıdır. Demek, siz oğlunuzu bana verip besletecek, benim ciğerpâremi alıp öldüreceksiniz ha! Dişi deve bile yavrusundan başkasını özlemez ve esirgemez. Bu iş akıl ve mantıktan çok uzaktır. Artık iş çığırından çıkmıştır. Kim ciğerpârem Muhammed'in (aleyhisselâm) düşmanı ise, ben de onun düşmanıyım. Bunu böylece bilin ve elinizden ne gelirse yapın!” dedi. Müşrikler, hışımla yerlerinden kalkıp gittiler. Ebû Tâlib, hemen Hâşim oğullarını ve Abdülmuttalîb oğullarını topladı. Onlara durumu anlatıp, sevgili Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) yardım etmeye ikna etti. Resûlullah'ı öldürmeye kalkan kollar kırılacaktı. Bu konuda müşriklere karşı birleştiler. Sâdece Ebû Leheb katılmadı. Ebû Tâlib onlara; “Ey yiğitler! Yarın her biriniz kılıçlarınızı belinize takın ve benim ardımdan gelin” dedi. Ertesi günü Ebû Tâlib, Peygamber efendimizin evine gitti. Hep beraber Harem-i şerîfe doğru yürüdüler. Hâşim oğullarının yiğitleri onları tâkip ediyorlardı. Kâbe'ye varıp müşriklerin karşılarına geçtiler. Ebû Tâlib, müşriklere; “Ey Kureyş topluluğu! Kardeşimin oğlunu öldürmeye karar aldığınızı duydum. Bu arkamdaki gençlerin, elleri kılıçlarında, sabırsızlıkla bir işâretimi beklediklerini biliyor musunuz? Yemîn ederim ki, Muhammed'i öldürecek olursanız, hiç birinizi sağ bırakmam!...” dedikten sonra, sevgili Peygamberimizi öven şiirler söylemeye başladı. Başta Ebû Cehil olmak üzere, orada bulunan müşrikler dağıldılar.
Kureyş'in ileri gelen müşrikleri, artık, Peygamber efendimizi yalnız gördükleri zaman, üzerine saldırırlar, hakâret etmeye, hattâ dövmeye kalkışırlardı. Eshâbına da işkence yapmaktan geri durmazlardı. Bir gün Kureyş'in ileri gelen müşrikleri, Kâbe-i şerîfin yanında oturuyorlardı. Peygamber efendimizden bahsetmeye başladılar ve “O'na tahammül ettiğimiz gibi hiç bir şeye tahammül etmedik. Bize sefihsiniz der, ilâhlarımızı tahkir edip kötüler, dînimizi ayıplar, cemâatimizi birbirinden ayırır, yine de sabredip bir şey demeyiz” şeklinde konuşuyorlardı. O anda Habîb-i ekrem, Kâbe'yi ziyârete geldi. Hacer-ül esvedi öpüp tavâfa başladı. Onların yanından geçerken, müşrikler, Peygamber efendimize hakâret dolu sözler söylemeye başladılar. Resûlullah efendimiz buna çok üzüldüler, fakat bir şey demeyip tavâfa devam ettiler. Üçüncü defâ yanlarından geçerken durup; “Ey Kureyş! Beni dinleyin! Nefsim yed-i kudretinde bulunan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, bana, sizin perişân olacağınız bildirildi...” buyurunca, oradaki müşrikler ne yapacaklarını şaşırarak dona kaldılar. Tek bir söz söyleyemediler. Sâdece Ebû Cehil, Resûlullah efendimizin huzûruna varıp; “Ey Ebü'l-Kâsım! Sen yabancı değilsin. Bizim kaba hareketimize bakma, ibâdetine devam et. Bize uyacak kadar câhil değilsin” diyerek yalvarmağa başladı. Bunun üzerine Muhammed aleyhisselâm oradan ayrıldı.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.