23- BELA (MUSİBET VE SIKINTILARA) KARŞI SABRETMEK
4159 - “... Sa'd bin Ebi Vakkas (radıyallahü anh)’den; şöyle demiştir : Ya Resûlüllah! Hangi insanlann başına gelen bela daha şiddetli olur dedim. O (sallallahü aleyhi ve sellem) :
(Peygamberler, sonra sırayla (Allah katında) rütbece en üstün olanlar. Kul; dindarlığının (kuvvetliliği ve zayıflığı) durumuna göre belaya uğrar. Eğer dininde kuvvetli ise belası şiddetli olur ve şayet dindarlığında gevşeklik - zayıflık olursa dindarlığı derecesine göre belaya uğrar. Bela kuldan ayrılmaz (peşini bırakmaz). Nihayet kul (uğradığı belalarla günahlarından arınıp) üzerinde hiç günah kalmayarak yer yüzünde dolaşınca bela onun peşini bırakır.) "
4160 - “... Ebû Said-i Hudri (radıyallahü anh)’den; şöyle demiştir:
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) humma hastalığından yatakta iken yanına girdim. Sonra elimi O'nun üzerine koyunca hararetini örtünün üstünde ellerimde hissettim ve:
Ya Resûlüllah! Ateşinin şiddetine hayret ederim, dedim. O: (Biz (peygamberler) böyleyiz. Bizim için bela kat kat fazla olur ve sevabı da bizim için (bu oranda) kat kat fazla olur), buyurdu. Ben:
— Ya Resûlüllah! Hangi insanlar en şiddetli belaya uğrarlar? diye sordum. O:
(Peygamberler), buyurdu. Ben:
(Onlardan) sonra kimler? dedim. O:
(Sonra salih (yani dini emirleri yerine getirip günahlardan uzak duran takva sahibi) insanlar. Onlardan herhangi biri fakirliğe cidden öyle mübtela olur ki büründüğü abadan başka hiçbir şey bulamaz ve biriniz mutlulukla sevindiği gibi onlardan herhangi birisi belaya uğramakla cidden sevinir. ) "
4161 - “... Abdullah (bin Mes'ud) (radıyallahü anh)'den; şöyle demiştir: Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, peygamberlerden birisinin halini (geçmiste bize) anlatırken sanki şu anda bakıyor gibiyim. O peygamberi kendi kavmi dövmüş (de kan içinde bırakmış ). Fakat o (peygamber), yüzünden hem kanı siliyor, hem de: (Ya Rabbi! Kavmimi mağfiret eyle! Çünkü onlar bilmiyorlar) diyordu. "
4162 - “... Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
(Biz (ölülerin nasıl diriltileceği hususunda) şüphe etmeye İbrahim (Aleyhisselam)'dan daha layıkız: Hani İbrahim, Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, dedi. Allah da: Yoksa (buna) inanmadın mı? buyurdu. O da: Hayır inandım ve lakin kalbim tatmin olsun-iyice kanıp yatışsın, diye (istedim) dedi.
Allah, Lut (Aleyhisselam)'a da rahmet eylesin. Hakikatta o, (misafirlerini kavminin kötü emelinden korumak için) pek muhkem bir sığınıcıya (Allah'a) sığınıyordu. Eğer ben zindanda Yusuf (Aleyhisselam)'ın kaldığı süre kadar uzun bir müddet kalsaydım (zindandan çıkarmaya gelen) davetçiye (hemen) icabet ederdim (yani ben Yusuf gibi: Bana isnad edilen suçun iftira olduğu soruşturulup anlaşılsın da zindandan öyle çıkayım, demezdim.) "
4163 - “... Enes bin Mâlik (radıyallahü anh)’den; şöyle demiştir:
Uhud günü (savaş) olunca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in rebaiye dişi kırıldı, başı yarıldı, kan (mübarek) yüzünün üzerinden akmaya başladı. Sonra O: Bir peygamber, kavmini Allah (yolun)a çağırırken yüzünü kana boyayan o kavim nasıl iflah olur (azabtan kurtulur)? diyerek yüzünden kanı silmeye başladı. Sonra Allah (Azze ve Celle) : "(Onları cezalandırmak veya afv etmek hususunda) senin elinde bir şey yoktur. — Al-i imran 128 — mealindeki ayetini indirdi. "
4164 - “... Enes (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre:
Bir gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke halkının bazısının saldırısına uğrayarak kana boyanmış, üzgün halde oturmuş vaziyette iken yanına Cebrail (Aleyhisselam) geldi ve:
Sana ne oldu? diye sordu. O da:
(Bana şu müşrikler (şöyle) yaptılar ve (böyle) yaptılar,) buyurdu. Cebrail (O'na) :
(Çektiğin sıkıntıları hafifletmek üzere yüksek mertebeni ve yüce şerefini gösteren) bir işareti sana göstermemi sever misin? diye sordu. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) :
(Evet. Bana göster,) buyurdu. Bunun üzerine Cebrail (Aleyhisselam) derenin ilerisindeki (dikili) bir ağaca bakarak şu ağacı (yanına) çağır, dedi. Resûl-i Ekrem de ağacı çağırdı. Ağaç da gelip önünde durdu. Cebrail: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) 'e:
Ağaca söyle de geri gitsin, dedi. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) de ağaca söyledi ve ağaç ta eski yerine varıncaya kadar geri gitti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) :
((Bu alamet) bana yeter,) buyurdu. "
4165 - “... Huzeyfe (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
(Müslüman olduğunu söyleyenlerin hepsini bana sayınız,) buyurdu. Biz:
Ya Resûlüllah! Biz altı yüz ila yedi yüz arasında (büyük cemaat) olduğumuz halde bize bir kötülük edilecek diye korkuyor musun? dedik. Bunun uzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) :
(Şüphesiz siz bilemezsiniz. Bir takım belalara maruz kalmanız umulur,) buyurdu. Huzeyfe demiştir ki: Sonra başımıza öyle bela geldi ki bizden adam namazını (bile) ancak gizli kılmaya başladı. "
4166 - “... Übey bin Ka'b (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre kendisi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivâyetle şöyle demiştir:
Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem), geceleyin (mi'raca) götürüldüğünde güzel bir koku duyarak :
(Ya Cebrail! Bu güzel koku nedir?) diye sormuş. Cebrail (Aleyhisselam) de:
Bu, maşita (kadınların saçını iyi tarayıcı kadın), iki oğlu ve kocasının kabrinin kokusudur. Bunun başlangıcı (ve sebebi) şöyle oldu : Hızır (Aleyhisselam) İsrail oğullarının eşrafından idi ve yol güzergahında manastırında oturan bir rahib vardı. Hızır (oradan geçtikçe) rahib önüne çıkıp ona İslamiyet'i öğretirdi. Sonra Hızır erginlik çağına varınca babası onu bir kadınla evlendirdi. Hızır da kadına (İslamiyet'i) öğretti ve kimseye duyurmaması için kadından söz aldı. Hızır kadınlara yaklaşmazdı. Hızır bir süre sonra kadını boşadı. Aradan bir zaman geçtikten sonra Hızır'ı babası başka bir kadınla evlendirdi. Hızır bu kadına da (İslamiyet'i) öğreterek (durumu) kimseye haber vermemesi için ondan söz aldı. Sonra bu iki kadından biri sır sakladı. Fakat diğeri Hızır’ın müslümanlığı ve bu konudaki propagandası aleyhinde ifşaatta bulundu (böylece verdiği ahdi de bozmuş oldu). Bunun uzerine Hızır oradan kaçıp nihayet denizdeki bir adaya vardı. (Adada) odun toplayan iki adam karşıdan gelerek Hızır'ı gördüler. Bunlardan birisi onu gördüğünü kimseye söylemedi. Fakat diğer adam bunu ifşa ederek: Ben Hızır’ı gördüm, dedi. Seninle beraber onu kim gördü? diye soru sorulunca adam: Falan kişi (benimle beraber onu gördü), dedi. Bunun üzerine o kişiye de soruldu. Fakat o kişi Hızır’ı gördüğünü gizledi (yani görmedim dedi). Onların dininde yalan söyleyeni öldürme hükmü de vardı. Bilahare sır saklayan adam, sır saklayan kadınla evlendi. Sonra bu kadın Fir'avn'ın bir kızının saçını tararken tarak aniden düşüverdi. Kadın da : Fir'avn, helak olsun, diye beddua etti. Kız da gidip babasına haber verdi. Kadının iki oğlu ve kocası vardı. (Bu ailenin müslüman olduğunu sezen) Fir'avn onlara haber göndererek dinlerinden (Fir'avn'ın dinine) dönmeleri için karı ile kocasına israrını sürdürdü. Fakat onlar (dinlerini bırakmaktan) imtina ettiler. Nihayet Fir'avn karı kocaya: Ben ikinizi mutlaka öldüreceğim, dedi. Kadın ile kocası (Fir'avn'a) : Bizi öldürürsen senin bize bir iyiliğin olmak üzere ikimizi bir kabre defnetmeni istiyoruz, dediler. Fir'avn da (onları öldürüp ikisini aynı kabre gömme işini) yaptı, dedi. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geceleyin (mi'raca) götürülünce güzel bir koku duydu ve (ne olduğunu) Cibril'e sordu. Cibril de (bunu) O'na bildirdi. "
4167 - “... Enes bin Mâlik (radıyallahü anh)'den rivâyet edildiğine göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
(Sevabın çokluğu belanın büyüklüğüyle beraberdir. Allah bir toplumu sevdiği zaman şüphesiz onları (sıkıntı-musibet ve belalarla) imtihan eder. Artık kim bir (imtihan edildiği bela ve musibetlere) rıza gösterirse Allah'ın rızası (ve bol sevabı) o kimseyedir. Kim de (imtihan edildiği bela ve musibetlere) öfkelenir (ilahi hükme rıza göstermez) ise Allah'ın gazabı (ve azabı) o kimseyedir.) "
4168 - “... İbn-i Ömer (radıyallahü anhüm)’dan rivâyet edildiğine göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
(Halk arasına girip de eziyetlerine sabreden mü'minin sevabı, halk arasına girmeyen ve onların eziyetlerine sabretmeyen mü'minin sevabından daha fazladır.) "
4169 - “... Enes bin Mâlik (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
(Üç şey vardır ki, kimde bulunursa o kimse imanın tadını (ravi Bindar demiştir ki: iman halavetini) bulur :
Herhangi bir adamı sırf Allah için seven kimse, Allah ve Resulu kendisine her şeyden çok sevimli olan kimse ve Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra (dünyada canlı iken) ateşe atılması küfre gitmesinden kendisine daha sevimli olan (yani ateşe diri olarak atılmayı küfre gitmeye tercih eden) kimse. "
4170 - “... Ebû'd-Derda (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre; şöyle demiştir: Dostum Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şu tavsiyede bulundu:
(Param parça edilsen ve (ateşte) yakılsan bile Allah'a hiçbir şeyi ortak etme (yani can tehlikesini atlatmak için bile küfür belirtisini şeklen de olsa gösterme) ve hiç bir farz namazı bile bile bırakma. Çünkü kim bir farz namazı kasıtlı olarak (yani unutmak gibi şer'i mazeret olmaksızın) bırakırsa zimmet (yani ilahi teminat) kendisinden uzaklaşmış olur. İçki de içme, Çünkü içki her şerrin anahtarıdır.) "
٢٣ - باب الصَّبْرِ عَلَى الْبَلاَءِ
٤١٥٩ - حَدَّثَنَا يُوسُفُ بْنُ حَمَّادٍ الْمَعْنِيُّ، وَيَحْيَى بْنُ دُرُسْتَ، قَالاَ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ، عَنْ عَاصِمٍ، عَنْ مُصْعَبِ بْنِ سَعْدٍ، عَنْ أَبِيهِ، سَعْدِ بْنِ أَبِي وَقَّاصٍ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَىُّ النَّاسِ أَشَدُّ بَلاَءً قَالَ ( الأَنْبِيَاءُ ثُمَّ الأَمْثَلُ فَالأَمْثَلُ يُبْتَلَى الْعَبْدُ عَلَى حَسَبِ دِينِهِ فَإِنْ كَانَ فِي دِينِهِ صُلْبًا اشْتَدَّ بَلاَؤُهُ وَإِنْ كَانَ فِي دِينِهِ رِقَّةٌ ابْتُلِيَ عَلَى حَسَبِ دِينِهِ فَمَا يَبْرَحُ الْبَلاَءُ بِالْعَبْدِ حَتَّى يَتْرُكَهُ يَمْشِي عَلَى الأَرْضِ وَمَا عَلَيْهِ مِنْ خَطِيئَةٍ ).
٤١٦٠ - حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ إِبْرَاهِيمَ، حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِي فُدَيْكٍ، حَدَّثَنِي هِشَامُ بْنُ سَعْدٍ، عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ، عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ، عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ، قَالَ دَخَلْتُ عَلَى النَّبِيِّ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ وَهُوَ يُوعَكُ فَوَضَعْتُ يَدِي عَلَيْهِ فَوَجَدْتُ حَرَّهُ بَيْنَ يَدَىَّ فَوْقَ اللِّحَافِ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا أَشَدَّهَا عَلَيْكَ قَالَ ( إِنَّا كَذَلِكَ يُضَعَّفُ لَنَا الْبَلاَءُ وَيُضَعَّفُ لَنَا الأَجْرُ ). قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَىُّ النَّاسِ أَشَدُّ بَلاَءً قَالَ ( الأَنْبِيَاءُ ). قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ ثُمَّ مَنْ قَالَ ( ثُمَّ الصَّالِحُونَ إِنْ كَانَ أَحَدُهُمْ لَيُبْتَلَى بِالْفَقْرِ حَتَّى مَا يَجِدُ أَحَدُهُمْ إِلاَّ الْعَبَاءَةَ يُحَوِّيهَا وَإِنْ كَانَ أَحَدُهُمْ لَيَفْرَحُ بِالْبَلاَءِ كَمَا يَفْرَحُ أَحَدُكُمْ بِالرَّخَاءِ ).
٤١٦١ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُمَيْرٍ، حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، حَدَّثَنَا الأَعْمَشُ، عَنْ شَقِيقٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ، قَالَ كَأَنِّي أَنْظُرُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ وَهُوَ يَحْكِي نَبِيًّا مِنَ الأَنْبِيَاءِ ضَرَبَهُ قَوْمُهُ وَهُوَ يَمْسَحُ الدَّمَ عَنْ وَجْهِهِ وَيَقُولُ رَبِّ اغْفِرْ لِقَوْمِي فَإِنَّهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ .
٤١٦٢ - حَدَّثَنَا حَرْمَلَةُ بْنُ يَحْيَى، وَيُونُسُ بْنُ عَبْدِ الأَعْلَى، قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ وَهْبٍ، أَخْبَرَنِي يُونُسُ بْنُ يَزِيدَ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ، عَنْ أَبِي سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَوْفٍ، وَسَعِيدِ بْنِ الْمُسَيَّبِ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( نَحْنُ أَحَقُّ بِالشَّكِّ مِنْ إِبْرَاهِيمَ إِذْ قَالَ {رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَى قَالَ أَوَ لَمْ تُؤْمِنْ قَالَ بَلَى وَلَكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْبِي} وَيَرْحَمُ اللَّهُ لُوطًا لَقَدْ كَانَ يَأْوِي إِلَى رُكْنٍ شَدِيدٍ وَلَوْ لَبِثْتُ فِي السِّجْنِ طُولَ مَا لَبِثَ يُوسُفُ لأَجَبْتُ الدَّاعِيَ ).
٤١٦٣ - حَدَّثَنَا نَصْرُ بْنُ عَلِيٍّ الْجَهْضَمِيُّ، وَمُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى، قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ، حَدَّثَنَا حُمَيْدٌ، عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ، قَالَ لَمَّا كَانَ يَوْمُ أُحُدٍ كُسِرَتْ رَبَاعِيَةُ رَسُولِ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ وَشُجَّ فَجَعَلَ الدَّمُ يَسِيلُ عَلَى وَجْهِهِ وَجَعَلَ يَمْسَحُ الدَّمَ عَنْ وَجْهِهِ وَيَقُولُ ( كَيْفَ يُفْلِحُ قَوْمٌ خَضَبُوا وَجْهَ نَبِيِّهِمْ بِالدَّمِ وَهُوَ يَدْعُوهُمْ إِلَى اللَّهِ ). فَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ {لَيْسَ لَكَ مِنَ الأَمْرِ شَىْءٌ} .
٤١٦٤ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ طَرِيفٍ، حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ، عَنِ الأَعْمَشِ، عَنْ أَبِي سُفْيَانَ، عَنْ أَنَسٍ، قَالَ جَاءَ جِبْرِيلُ عَلَيْهِ السَّلاَمُ ذَاتَ يَوْمٍ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ وَهُوَ جَالِسٌ حَزِينٌ قَدْ خُضِبَ بِالدِّمَاءِ قَدْ ضَرَبَهُ بَعْضُ أَهْلِ مَكَّةَ فَقَالَ مَا لَكَ فَقَالَ ( فَعَلَ بِي هَؤُلاَءِ وَفَعَلُوا ). قَالَ أَتُحِبُّ أَنْ أُرِيَكَ آيَةً قَالَ ( نَعَمْ أَرِنِي ). فَنَظَرَ إِلَى شَجَرَةٍ مِنْ وَرَاءِ الْوَادِي فَقَالَ ادْعُ تِلْكَ الشَّجَرَةَ . فَدَعَاهَا فَجَاءَتْ تَمْشِي حَتَّى قَامَتْ بَيْنَ يَدَيْهِ قَالَ قُلْ لَهَا فَلْتَرْجِعْ فَقَالَ لَهَا فَرَجَعَتْ حَتَّى عَادَتْ إِلَى مَكَانِهَا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( حَسْبِي ).
٤١٦٥ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُمَيْرٍ، وَعَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، قَالاَ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ، عَنِ الأَعْمَشِ، عَنْ شَقِيقٍ، عَنْ حُذَيْفَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( أَحْصُوا لِي كُلَّ مَنْ تَلَفَّظَ بِالإِسْلاَمِ ). قُلْنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ أَتَخَافُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ مَا بَيْنَ السِّتِّمِائَةِ إِلَى السَّبْعِمِائَةِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( إِنَّكُمْ لاَ تَدْرُونَ لَعَلَّكُمْ أَنْ تُبْتَلَوْا ). قَالَ فَابْتُلِينَا حَتَّى جَعَلَ الرَّجُلُ مِنَّا مَا يُصَلِّي إِلاَّ سِرًّا .
٤١٦٦ - حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ، حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ مُسْلِمٍ، حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ بَشِيرٍ، عَنْ قَتَادَةَ، عَنْ مُجَاهِدٍ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، عَنْ أُبَىِّ بْنِ كَعْبٍ، عَنْ رَسُولِ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ أَنَّهُ لَيْلَةَ أُسْرِيَ بِهِ وَجَدَ رِيحًا طَيِّبَةً فَقَالَ ( يَا جِبْرِيلُ مَا هَذِهِ الرِّيحُ الطَّيِّبَةُ قَالَ هَذِهِ رِيحُ قَبْرِ الْمَاشِطَةِ وَابْنَيْهَا وَزَوْجِهَا . قَالَ وَكَانَ بَدْءُ ذَلِكَ أَنَّ الْخَضِرَ كَانَ مِنْ أَشْرَافِ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَكَانَ مَمَرُّهُ بِرَاهِبٍ فِي صَوْمَعَتِهِ فَيَطْلُعُ عَلَيْهِ الرَّاهِبُ فَيُعَلِّمُهُ الإِسْلاَمَ فَلَمَّا بَلَغَ الْخَضِرُ زَوَّجَهُ أَبُوهُ امْرَأَةً فَعَلَّمَهَا الْخَضِرُ وَأَخَذَ عَلَيْهَا أَنْ لاَ تُعْلِمَهُ أَحَدًا وَكَانَ لاَ يَقْرَبُ النِّسَاءَ فَطَلَّقَهَا ثُمَّ زَوَّجَهُ أَبُوهُ أُخْرَى فَعَلَّمَهَا وَأَخَذَ عَلَيْهَا أَنْ لاَ تُعْلِمَهُ أَحَدًا فَكَتَمَتْ إِحَدَاهُمَا وَأَفْشَتْ عَلَيْهِ الأُخْرَى فَانْطَلَقَ هَارِبًا حَتَّى أَتَى جَزِيرَةً فِي الْبَحْرِ فَأَقْبَلَ رَجُلاَنِ يَحْتَطِبَانِ فَرَأَيَاهُ فَكَتَمَ أَحَدُهُمَا وَأَفْشَى الآخَرُ وَقَالَ قَدْ رَأَيْتُ الْخَضِرَ . فَقِيلَ وَمَنْ رَآهُ مَعَكَ قَالَ فُلاَنٌ فَسُئِلَ فَكَتَمَ وَكَانَ فِي دِينِهِمْ أَنَّ مَنْ كَذَبَ قُتِلَ قَالَ فَتَزَوَّجَ الْمَرْأَةَ الْكَاتِمَةَ فَبَيْنَمَا هِيَ تَمْشُطُ ابْنَةَ فِرْعَوْنَ إِذْ سَقَطَ الْمُشْطُ فَقَالَتْ تَعِسَ فِرْعَوْنُ . فَأَخْبَرَتْ أَبَاهَا وَكَانَ لِلْمَرْأَةِ ابْنَانِ وَزَوْجٌ فَأَرْسَلَ إِلَيْهِمْ فَرَاوَدَ الْمَرْأَةَ وَزَوْجَهَا أَنْ يَرْجِعَا عَنْ دِينِهِمَا فَأَبَيَا فَقَالَ إِنِّي قَاتِلُكُمَا . فَقَالاَ إِحْسَانًا مِنْكَ إِلَيْنَا إِنْ قَتَلْتَنَا أَنْ تَجْعَلَنَا فِي بَيْتٍ فَفَعَلَ فَلَمَّا أُسْرِيَ بِالنَّبِيِّ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ وَجَدَ رِيحًا طَيِّبَةً فَسَأَلَ جِبْرِيلَ فَأَخْبَرَهُ ).
٤١٦٧ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ رُمْحٍ، أَنْبَأَنَا اللَّيْثُ بْنُ سَعْدٍ، عَنْ يَزِيدَ بْنِ أَبِي حَبِيبٍ، عَنْ سَعْدِ بْنِ سِنَانٍ، عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ، عَنْ رَسُولِ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ أَنَّهُ قَالَ ( عِظَمُ الْجَزَاءِ مَعَ عِظَمِ الْبَلاَءِ وَإِنَّ اللَّهَ إِذَا أَحَبَّ قَوْمًا ابْتَلاَهُمْ فَمَنْ رَضِيَ فَلَهُ الرِّضَا وَمَنْ سَخِطَ فَلَهُ السُّخْطُ ).
٤١٦٨ - حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مَيْمُونٍ الرَّقِّيُّ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَاحِدِ بْنُ صَالِحٍ، حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ يُوسُفَ، عَنِ الأَعْمَشِ، عَنْ يَحْيَى بْنِ وَثَّابٍ، عَنِ ابْنِ عُمَرَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( الْمُؤْمِنُ الَّذِي يُخَالِطُ النَّاسَ وَيَصْبِرُ عَلَى أَذَاهُمْ أَعْظَمُ أَجْرًا مِنَ الْمُؤْمِنِ الَّذِي لاَ يُخَالِطُ النَّاسَ وَلاَ يَصْبِرُ عَلَى أَذَاهُمْ ).
٤١٦٩ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى، وَمُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ، قَالاَ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ جَعْفَرٍ، حَدَّثَنَا شُعْبَةُ، قَالَ سَمِعْتُ قَتَادَةَ، يُحَدِّثُ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( ثَلاَثٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ وَجَدَ طَعْمَ الإِيمَانِ - وَقَالَ بُنْدَارٌ حَلاَوَةَ الإِيمَانِ - مَنْ كَانَ يُحِبُّ الْمَرْءَ لاَ يُحِبُّهُ إِلاَّ لِلَّهِ . وَمَنْ كَانَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِمَّا سِوَاهُمَا . وَمَنْ كَانَ أَنْ يُلْقَى فِي النَّارِ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِنْ أَنْ يَرْجِعَ فِي الْكُفْرِ بَعْدَ إِذْ أَنْقَذَهُ اللَّهُ مِنْهُ ).
٤١٧٠ - حَدَّثَنَا الْحُسَيْنُ بْنُ الْحَسَنِ الْمَرْوَزِيُّ، حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِي عَدِيٍّ، ح وَحَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ سَعِيدٍ الْجَوْهَرِيُّ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ بْنُ عَطَاءٍ، قَالاَ حَدَّثَنَا رَاشِدٌ أَبُو مُحَمَّدٍ الْحِمَّانِيُّ، عَنْ شَهْرِ بْنِ حَوْشَبٍ، عَنْ أُمِّ الدَّرْدَاءِ، عَنْ أَبِي الدَّرْدَاءِ، قَالَ أَوْصَانِي خَلِيلِي ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ أَنْ ( لاَ تُشْرِكْ بِاللَّهِ شَيْئًا وَإِنْ قُطِّعْتَ وَحُرِّقْتَ وَلاَ تَتْرُكْ صَلاَةً مَكْتُوبَةً مُتَعَمِّدًا فَمَنْ تَرَكَهَا مُتَعَمِّدًا فَقَدْ بَرِئَتْ مِنْهُ الذِّمَّةُ وَلاَ تَشْرَبِ الْخَمْرَ فَإِنَّهَا مِفْتَاحُ كُلِّ شَرٍّ ).
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.