Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Benî Kureyzâ yahudileri

Benî Kureyzâ yahudileri || Peygamberler Ansiklopedisi || Hadis Kütüphanesi

Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, Medîne-i münevvereye dönünce, hazret-i Âişe vâlidemizin evine geldi. Silahlarını ve zırhını çıkardı. Mübârek vücûdu tozlanmıştı. Yıkandı. O anda hazret-i Dıhye sûretinde, üzerinde zırhı ve silâhları olduğu hâlde bir süvâri geldi. Bu, Cebrâil aleyhisselâmdı. Peygamber efendimiz yanına vardığında; "Ey Allahü teâlânın Resûlü! Cenâb-ı Hak, Kureyzâ oğullarının üzerine hemen yürümeni sana emrediyor!" diyerek emri tebliğ etti. Kâinatın sultânı, hazret-i Bilâl'ı çağırtarak, Eshâb-ı kirâma duyurmak üzere şu emrini verdi: “Ey Eshâbım! Kalkınız, atlarınıza, develerinize bininiz! İtâat edenler, ikindi namazını Kureyzâ oğullarının yurdunda kılsınlar.”
Habîb-i ekrem efendimiz, hemen zırhını giyip kılıcını kuşandı. Miğferini mübârek başlarına geçirip, kalkanını sırtına, mızrağını eline aldı. Sonra atına bindi. Eshâbının arasına varıp, hazret-i Ali'ye İslâm sancağını vererek, öncü kuvvet olarak Kureyzâ yahudilerinin kalesine gönderdiler. Her zaman olduğu gibi Abdullah ibni Ümmi Mektûm'u Medîne'de vekil bıraktılar.
Şanlı Eshâb, sevgili Peygamberimizi ortalarına alarak, Medîne'den; "Allahü ekber! Allahü ekber!" tekbirleri arasında ayrıldılar. Yolda Ganmoğulları ile karşılaştılar. Silahlarını kuşanmış olarak, Resûlullah efendimizi bekliyorlardı. Peygamber efendimiz onlara; “Size kimse rastladı mı?" buyurdu. Onlar da; "Yâ Resûlallah! Bize Dıhye-i Kelbî rastladı. Eğerli beyaz bir katır üzerine binmişti. O katırın üzerinde atlastan bir kadife vardı" dediler. Sevgili Peygamberimiz, onlara; “Bu Cebrâil'dir. Benî Kureyzâ'ya gönderildi. Onların kalelerini sarssın ve kalblerine korku atsın diye..." buyurdular. Kureyzâ yahudilerinin kalesine varıncaya kadar, İslâm ordusunun sayısı üçbini bulmuştu.
Hazret-i Ali, İslâm sancağını Kureyzâ yahudilerinin kalesi önüne dikti. Bunu gören yahudiler, Peygamber efendimiz, aleyhinde sözler sarfettiler. Hazret-i Ali gidip durumu efendimize anlattı. Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem üçbin asker ile orayı teşrîf ettikten sonra, merhametlerinden onları İslâm’a dâvet ettiler. Yahudiler, bu güzel teklifi kabûl etmediler. Sevgili Peygamberimizin; “Öyle ise, Allahü teâlâ ve Resûlünün emrine boyun eğerek kaleden inip teslim olunuz" emr-i şerîfini de reddettiler. Bunun üzerine Âlemlerin efendisi, okçuların üstâdı Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretlerine; “Ey Sa'd! İlerle ve onları oka tut!" buyurdu. Hazret-i Sa'd ve diğer okçular, sadaklarındaki okları, tekbir sadâları arasında yahudi kalesine atmaya başladılar. Onlar da ok ve taş atışlarıyla cevap vererek, çarpışmayı başlattılar.
Müslümanların zayıf durumlarında, arkadan vuran ve hasedlerinden Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğini kabûl etmeyen bu yahudi gürûhunun kale kapısını açıp da meydana çıkacak cesâretleri yoktu.
Harp, muhâsara hâlinde devam ediyordu. İslâm askeri arasında bulunan münâfıklar da kaleye gizlice haber göndererek; "Sakın teslim olmayınız! Medîne'den gitmenizi isterlerse bile kabûl etmeyiniz! Eğer çarpışmaya devam edecek olursanız, biz size bütün gücümüzle yardım eder, hiç bir şeyimizi sizden esirgemeyiz. Şâyet sizi Medîne'den çıkarırlarsa, biz de sizinle beraber çıkıp gideriz!..." diyorlardı. Bu haber ile münâfıkların yardımını bekleyen yahudiler, müdâfâya yeni bir azîm ve ümîdle devam ettiler. Muhâsara uzadı, bir aya yaklaştığı hâlde münâfıklardan yardım gelmedi. Kalblerine korku düşüp, andlaşma istediklerini bildirdiler.
Andlaşmayı yapmak üzere, Nebbâş bin Kays ismindeki yahudi, Resûlullah efendimizin huzûruna gelip; "Yâ Muhammed!. Nâdiroğullarına gösterdiğiniz merhameti bize de gösteriniz. Malımız ve silâhlarımız senin olsun! Yeter ki kanımızı dökmeyiniz. Çocuklarımız ve kadınlarımızla beraber yurdumuzdan çıkmamıza müsâde ediniz. Silah haricinde her âile için bir deve yükü götürmemize de izin veriniz!..." dedi. Âlemlerin efendisi; “Hayır. Bu teklifi kabûl edemem!" buyurdular. Bu defâ da; "Malı götürmekten vaz geçtik. Kanımızı dökmeyin! Kadınları ve çocuklarımızı götürmeye izin verin!" dedi. Sevgili Peygamberimiz“Hayır! Kayıtsız ve şartsız hükmüme boyun eğmekten, itâat edip teslim olmaktan başka çâreniz yoktur!" buyurdu. Nebbâş yahudisi, perişân bir hâlde kaleye dönüp konuşmaları nakletti. Kureyzâoğulları, bu defâ büyük bir ye's ve üzüntüye gark oldular.
Liderlerinden Ka'b bin Esed, insâfa gelip kavmine şu îtirâfta ve teklifte bulundu: "Ey kavmim! Gördüğünüz gibi, başımıza büyük bir felâket gelip çatmış bulunuyor. Bu durumda size, üç nasîhatim olacak. Bunlardan istediğinizi seçip, ona göre hareket edebilirsiniz! Birincisi; Şu Zat'a tâbi olup, peygamberliğini kabûl edelim! Vallahi O'nun, Allah tarafından gönderilen ve kitaplarımızda vasıflarını gördüğümüz peygamber olduğunu hepimiz biliyoruz. Eğer O'na îmân edecek olursak, kanlarımız, çocuklarımız, kadınlarımız ve mallarımız kurtulmuş olur. Bizim O'na tâbi olmamamızın tek sebebi, Arablara karşı duyduğumuz kıskançlık ve O'nun İsrâiloğullarından olmayışıdır. Halbuki, bu Allah'ın bileceği bir iştir. Geliniz, O'na tâbi olalım!..." Yahudiler hepbirden karşı çıktılar ve; "Hayır! Biz, bunu kabûl etmeyiz ve bizden başkasına tâbi olmayız!" dediler. Bu sefer Ka'b, ikinci teklifini yaptı: "Hepimiz çocuklarımızı ve hanımlarımızı öldürüp arkamızda düşüneceğimiz bir kimse kalmayınca, müslümanların üzerine yürüyelim, ölünceye kadar çarpışalım!..." Yahudiler, bunu da reddettiler. Ka'b, üçüncü teklifinde; "Bu gece, Cumartesi gecesidir. Müslümanlar, bizim bu gecede çarpışmayacağımızı bildikleri için, emîn ve gâfil olabilirler. Kılıçlarımızı sıyırıp, kapıdan hep birlikte çıkalım. Böyle bir baskın ile belki gâlip gelebiliriz!..." dedi. Yahudiler; "Biz, Cumartesi günü, çalışma yasağını kaldıramayız!" diyerek, bu teklifi de reddettiler. Sâdece, içlerinden Esîd ve Sa’lebe kardeşler, bir de amcalarının oğlu Esed, ilk teklifi kabûl edip, müslüman olmakla şereflendiler. Kaleden çıkıp Eshâb-ı kirâmın arasına girdiler.
Yahudiler, kendi aralarında uzun süre münâkâşa ettiler. Netîcede teslim bayrağını çekerek, Peygamber efendimizden haklarında hüküm vermek üzere bir kimseyi hakem tâyin etmesini istediler. Resûlullah efendimiz de; “Eshâbımdan istediğiniz kimseyi hakem seçiniz" buyurdu. Onlar da; "Biz, Sa’d bin Mu’âz'ın vereceği hükme râzı oluruz" dediler. Peygamber efendimiz, kabûl buyurup Sa'd bin Mu'âz hazretlerinin getirilmesini emrettiler.
Sa'd bin Mu'âz (radıyallahü anh), Hendek gazâsında ağır yaralanmıştı, Resûlullah efendimiz, onu, Mescîd-i Nebî’de bir çadır içinde tedavi ettiriyordu. Hakem seçilince, sedye ile hazret-i Sa'd'ı, Kureyzâ kalesine götürdüler. Yolda hazret-i Sa'd kendi kendine; "Vallahi, Allahü teâlânın yolunda hiç bir kınayıcının kınamasına kulak asmayacağım!" diyordu. Resûlullah efendimizin huzûrunda sedyeden indirdiler. Peygamber efendimiz“Ey Sa'd! Şunlar, senin hükmüne göre teslim olmayı kabûl ettiler. Haydi, onlar hakkındaki hükmünü bana bildir" buyurdu. Sa’d bin Mu’âz (radıyallahü anh) ise; "Canım sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Muhakkak ki, hüküm vermeğe Allahü teâlâ ve Resûlü daha lâyıktır" dedi. Resûlullah efendimiz de; “Bunlar hakkında hüküm vermeyi Allahü teâlâ, sana emretmiştir" buyurdu. Hazret-i Sa'd, yahudilerden, hükmüne râzı olacaklarına dâir kesin söz aldı. Her iki taraf da verilecek hükmü merâkla beklemeye başladılar. Bunun üzerine hazret-i Sa'd, üstünlüğünü gösteren, ilikleri donduran, şânına lâyık olan şu muazzam hükmü açıkladı: "Benim hükmüm odur ki, akıl ve bâliğ olan bütün erkeklerin boynu vurulsun! Kadınları, çocukları esir alınsın, malları da müslümanlar arasında taksim edilsin!..."
Bu kesin hüküm karşısında, yahudiler donup kaldılar. Çünkü, kendi kitaplarında, böyle azgınlık yapanlara verilecek cezâ aynen böyle idi ki; "Şehrin birine harb etmek için vardığında onları sulha dâvet et. Bunu kabûl edip, kapılarını açarlarsa, içindekilerin hepsi, sana haraç versinler ve hizmet etsinler. Şâyet, harb etmeğe karar verirlerse, onları muhâsara et. Allahü teâlânın ihsânı ile, onlara gâlip geldiğin zaman, erkeklerinin hepsini kılıçtan geçir. Kadınlarını, çocuklarını ve mallarını ganîmet olarak al!..." diye yazıyordu.
Sa'd bin Mu'âz hazretlerinin verdiği hükmün ilâhî hükme uygun gelmesinden dolayı, âlemlerin efendisi, sevgili Peygamberimiz, onu tebrik edip; “Sen, onlar hakkında, Allahü teâlânın, yedi kat gökler üstünde, Levh-i mahfûzdaki hükmüne uygun hüküm verdin!" buyurarak takdirlerini bildirdiler.
Yahudiler, kendi kitaplarında belirtilen bu hükme îtirâz edemediler. Akil-bâliğ olan bütün erkekleri toplanıp bağlandı ve hüküm yerine getirildi. Çocuklar, kadınlar ve mallar Eshâb-ı kirâm arasında pay edildi.
Böylece, müslümanların en sıkışık zamanlarında arkadan vuran, yapılan bütün andlaşmaları bozan, Peygamber efendimizi, çocukluğundan bu yaşına kadar gördükçe mübârek vücûd-i şerîfini ortadan kaldırmaya uğraşan bu kavim, Medîne'den temizlenmiş oldu.
 Eshâb-ı kirâm saâdetle, huzûr ve sevinç içinde nûrlu Medîne'nin yolunu tuttular... Esirler arasında bir kadın, müslüman olmak saâdetine kavuştu. Onun bu hareketine ziyâde sevinen sevgili Peygamberimiz, onun da sevinmesi, Cennet’te derecesinin çok yüksek olması için, merhamet buyurarak onu zevceliğe kabûl eyledi. Bu, hazret-i Reyhâne vâlidemizdi.
Sa'd bin Mu'âz (radıyallahü anh), Benî Kureyzâ yahudileri hakkındaki hükmü verdikten sonra, tekrar çadırına götürüldü. Yarası ağırlaşıp, durumu şiddetlenmişti. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, yanına gelip, onu kucakladı ve; “Allah'ım! Sa'd, senin rızân için, senin yolunda cihâd etti. Resûlünü de tasdik etti. Ona kolaylık ihsân eyle..." buyurarak duâ etti. Sa'd bin Mu'âz hazretleri, sevgili Peygamberimizin bu mübârek sözlerini duyunca, gözlerini açıp, "Yâ Resûlallah! Sana selâm ve hürmetler ederim. Senin, Allahü teâlânın peygamberi olduğuna şehâdet ederim" diye fısıldadı. Bundan sonra Sa'd bin Mu'âz'ın yakınları, onu, kaldığı çadırdan Abdüleşhel oğullarının evine götürdüler. O gece durumu çok ağırlaşmıştı. Cebrâil aleyhisselâmPeygamber efendimize gelip; "Yâ Resûlallah! Bu gece senin ümmetinden vefât edip de, vefâtı melekler arasında müjdelenen kimdir?" dedi. Bunun üzerine Kâinatın sultânı, hemen Sa'd bin Mu'âz'ın (radıyallahü anh) hâlini sordu. Evine götürüldüğünü söylediler. Peygamber efendimiz, yanında Eshâb-ı kirâmdan bâzıları olduğu hâlde Sa'd bin Mu'âz'ın yanına gitti. Yolda çok süratli gitmeleri sebebiyle, Eshâb-ı kirâm; "Yorulduk yâ Resûlallah!" dediler. Peygamber efendimiz de; “Melekler, Hanzala'nın cenâzesinde bizden önce bulundukları gibi, Sa'd'ın da cenâzesinde bizden önce bulunacaklar. Biz önce yetişemiyeceğiz" buyurarak, hızlı gitmelerinin sebebini açıkladı. Peygamber efendimiz, Sa'd bin Mu'âz'ın yanına gelince, onu vefât etmiş buldu. Baş ucuna durup, Sa'd bin Mu'âz'ın (radıyallahü anh) künyesini söyleyerek; “Ey Ebû Amr! Sen reîslerin en iyisi idin. Allahü teâlâ sana saâdet, bereket ve en hayırlı mükâfatı versin! Allahü teâlâya verdiğin sözü yerine getirdin. Allahü teâlâ da sana vâdettiğini verecektir!" buyurdu. Bu sırada, Sa'd bin Mu'âz'ın annesi ağlayarak şu beyti okudu.
"Nasıl dayanabilir, vâh yazık annesine!
Tâhâmmül ister, ağlarım başıma gelene!..."
Eslem bin Hâris de (radıyallahü anh) şöyle anlatmıştır: "Resûlullah, Sa'd bin Mu'âz'ın evine geldi. Biz kapıda bekliyorduk. Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem içeri girdi, adımlarını gâyet geniş açarak yürüyordu. Biz de peşinden yürüdük. Resûlullah durmamızı işâret edince durduk ve geriye döndük. İçerde Sa'd'ın cenâzesinden başka kimse yoktu. Resûlullah, içerde bir müddet durduktan sonra dışarı çıktı. Merâk etmiştim; "Yâ Resûlallah! Adımlarınızı geniş açarak yürümenizin hikmeti nedir?" diye suâl eyledim. Bunun üzerine; “Böylesine kalabalık bir mecliste bulunmadım. (Melekler dolmuştu.) Meleğin biri beni kanadı üzerine aldı da ancak öyle oturabildim" buyurdu. Sonra; "Sa'd bin Mu’âz'ın künyesini söyleyerek; “Sana âfiyet olsun yâ Ebâ Amr! Sana âfiyet olsun yâ Ebâ Amr! Sana âfiyet olsun yâ Ebâ Amr" buyurdu.
Onun vefâtı, Resûlullah ve Eshâb-ı kirâmı çok üzdü, gözyaşı döküp ağladılar. Cenâzesinde bütün Eshâb-ı kirâm toplandı. Sevgili Peygamberimiz, cenâze namazını kıldırdı, cenâzesini taşıdı. Eshâb-ı kirâm, Sa'd bin Mu’âz’ın (radıyallahü anh) cenâzesini taşırken; "Yâ Resûlallah! Biz, böyle kolay taşınan cenâze görmedik!" dediler. Bunun üzerine Peygamber efendimiz“Melekler indi, onu taşıyorlar!" buyurdu. Cenâzesi giderken, münâfıklar da kötülemek için; "Ne kadar da hafif!" dediklerinde, sevgili Peygamberimiz“Sa'd'ın cenâzesine yetmişbin melek indi. Şimdiye kadar yeryüzüne bu kadar kalabalık hâlde inmemişlerdi" buyurdu.
Ebû Sa’îd-il Hudrî (radıyallahü anh), dedesinin şöyle dediğini nakletmiştir: "Sa'd bin Mu'âz'ın (radıyallahü anh) kabrini kazanlardan biri de bendim. Ona kabir kazmaya başlayınca, etrâfa kabirden misk kokusu yayıldı!" Şûrahbil bin Hasene de şöyle demiştir: "Sa'd bin Mu'âz defnedilirken, birisi kabrinden bir avuç toprak almıştı. Sonra onu evine götürünce, o toprak misk oldu. Cenâzesi kabre indirilirken, Peygamberimiz kabri başında oturup, mübârek gözleri yaşardı ve mübârek sakalını eliyle tutup çok üzüldü. “Sa'd bin Mu'âz'ın ölümünden dolayı arş titredi" buyurdu. Bir defâsında, Peygamberimize çok kıymetli bir elbise hediye edilmişti. Eshâb-ı kirâm ne kadar güzel dediklerinde; “Sa'd bin Mu'âz'ın Cennet’teki mendilleri, bundan daha güzeldir" buyurmuştu.
Hicretin beşinci senesinin bâzı mühim hâdiseleri da şunlardır: Resûlullah efendimiz, Dûmet-ül-Cendel'de yaşayan ve Şam'a gidip gelen yolcuları rahatsız ve Medîne-i münevvereyi tehdit eden kabîleler üzerine bin kişilik bir ordu ile sefere çıktı. İslâm ordusunun geldiğini haber alan düşman kabîleleri kaçtılar. Burada birkaç gün kalındıktan sonra Medîne'ye dönüldü. Resûl-i ekrem efendimiz, Zilkâde ayında Zeyneb binti Cahş (radıyallahü anhâ) ile evlendiler. Bu sene hicâb âyet-i kerîmeleri geldi ve müslüman hanımlara tesettür emredildi. Ayrıca münâfıklar, hazret-ı Âişe vâlidemize iftirâda bulundular. Bâzı müslümanlar da bu iftirâlara aldanmıştı. Âyet-i kerîmeler gelerek münâfıkların iftirâları ortaya çıkarıldı ve hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) medhedildi. Medîne-i münevvere yakınlarında yaşayan Müzeyne kabîlesi heyet göndererek müslüman oldu ve muhâcirlerden sayıldı. Yine bu sene zelzele ve Ay tutulması vukû buldu. Ayrıca hac da bu sene farz kılındı.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

[blogger]

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget