Hicretin sekizinci senesi idi. Hudeybiye sulh-nâmesinin bir maddesi de; "Her iki tarafın dışında kalan Arab kabîleleri, istedikleri tarafın himâyesine girebilecekler, müslümanlar veya müşriklerle birleşmekte serbest olacaklar" idi. Buna göre; Peygamber efendimizin müttefiki olan Huzâa kabîlesi, müslümanlar; Benî Bekr kabîlesi de müşrikler tarafında yer almışlardı. Huzâa kabîlesi ile Benî Bekrler eskiden beri düşman olup, fırsat buldukça birbirlerine saldırırlardı, Hudeybiye sulhuna göre, onlar da bir müddet için saldırılarını durdurmuşlardı. Fakat, buna Benî Bekrler iki sene uyabilmişlerdi.
Bekroğullarından biri, sevgili Peygamberimize hakâret eden bir şiir söylemiş, bunu işiten Huzâa kabîlesinden bir genç, dayanamamış ve başını yarmıştı. Bekroğulları, bunu fırsat bilip andlaşma gereği tehlikeden emîn olan Huzâa kabîlesine saldırmışlardı. Bu saldırıya, Kureyşli müşrikler, silâh vererek ve gizli adam göndererek yardım etmişler, Harem-i şerîfte Huzâa kabîlesinden yirmiden fazla kimseyi öldürmüşlerdi. Çarpışma esnâsında Huzâa kabîlesinden bâzı müslümanlar, Peygamber efendimizden yardım istemişlerdi. Huzâa kabîlesinden, gece yapılan bu baskınlarda, Bekroğulları arasında, Kureyşli müşriklerin de bulunduğunu görenler olmuştu. O gece, Medîne'de, hazret-i Meymûne vâlidemizin evinde bulunan sevgili Peygamberimiz, namaz kılmak için kalkıp abdest alırken; Allahü teâlânın izni ile bir mûcize olarak, Mekke'deki müslümanların kendisinden yardım taleb ettiklerini işitmişti. Onlara cevâb olarak; “Lebbeyk! = Dâvetinize icâbet ediyorum!" buyurdu. Meymûne (radıyallahü anhâ) vâlidemiz, Peygamber efendimizin yanında kimse olmadığı hâlde böyle konuştuğunu görünce; "Yâ Resûlallah! Yanınızda bir kimse mi var?" diye sordu. Sevgili Peygamberimiz ona, Mekke'de meydana gelen hâdiseyi ve Kureyşlilerin bu işe ortak olduklarını haber verdi.
Kureyş müşrikleri Benî Bekrlere yardım ederek, Huzâa kabîlesine baskın yapıp onları öldürmekle, Hudeybiye sulh-nâmesinin maddelerine aykırı hareket etmiş, böylece sulh-nâmeyi bozmuş oluyorlardı. Fakat, bu hâdiseden, o sırada Şam'a ticâret için giden Kureyş lideri Ebû Süfyân'ın haberi olmamıştı. Şam'dan dönünce hâdiseyi ona anlattılar ve; "Bu, mutlaka düzeltilmesi lâzım olan bir iştir. Gizlenmesi mümkün değildir. Eğer düzeltilmezse, Muhammed bizi Mekke'den sürer!" dediler. Ebû Süfyân ise; "Her ne kadar bu hâdiseden benim haberim olmadıysa da, yapılan kıtâl haberi Medîne'ye ulaşmadan, sulhu yenileyip uzatmak üzere acele gitmem lâzım" dedi.
Halbuki, sevgili Peygamberimiz, haberi ânında öğrenmişti. Ayrıca hâdiseden üç gün sonra, Huzâa kabîlesinden Amr bin Sâlim, yanında kırk süvâri ile gelip, durumu Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimize anlattı. Habîbullah efendimiz de; “Huzâa oğullarına yardım etmezsem, bana da yardım olunmasın!" buyurarak bir mektup yazdırdı. Kureyş müşriklerine gönderilen bu mektupda, sevgili Peygamberimiz; “... Siz, ya Bekr oğulları ile olan ittifâkınızdan vaz geçip geri durursunuz, yahut da Huzâa oğullarından öldürülenlerin diyetlerini ödersiniz! Şâyet bu söylediklerimden birini yerine getirmeyecek olursanız, sizinle harb edeceğimi bildiririm!..." buyuruyorlardı.
Kureyşliler, bu merhameti dahî anlayamadılar. "Hem ittifâkımızı kesmeyiz, hem de diyeti ödemeyiz! Ancak harbedebiliriz" diye haber gönderdiler. Fakat, böyle yaptıklarına bin defâ pişman olup, korkularından muâhedeyi yenilemek üzere Ebû Süfyân'ı Medîne'ye doğru hemen yola çıkardılar. Daha Ebû Süfyân Medîne'ye gelmeden, sevgili Peygamberimiz, onun geleceğini Eshâb-ı kiramına bildirdi ve; “Şöyle anlarım ki, Ebû Süfyân, sulhü yenileyip, sulh müddetini de uzatmak üzere geliyor. Lâkin, murâdı hâsıl olmayıp geldiği gibi geri döner!..." buyurdu. Henüz müslüman olmayan Ebû Süfyân, Medîne-i münevvereye geldi. Kızı ve Peygamber efendimizin mübârek hanımı, mü’minlerin annesi olan Ümmü Habîbe'nin (radıyallahü anhâ) evine gitti. Sevgili Peygamberimizin döşeği üzerine oturmak istedi. Hazret-i Ümmü Habîbe vâlidemiz, oturmadan yetişip döşeği kaldırdı. Babası buna çok üzülüp; "Ey kızım! Bu döşeği benden mi esirgiyorsun?" diyerek hayretini belirtince, Resûlullah'ın muhabbetini her şeyin üzerinde tutan mü’minlerin annesi hazret-i Ümmü Habîbe, babasına; "Bu döşek, Allahü teâlânın Resûlünün döşeğidir. Ona müşrikler oturamaz! Sen, müşrik ve necissin! Bu döşek üzerine oturman, aslâ lâyık değildir!" diye cevap verdi. Babası; "Ey kızım! Evimden ayrılalı sana bir şeyler olmuş! deyince, o da; "Elhamdülillah ki, Allahü teâlâ bana İslâmiyeti nasîb etti. Sen ise hâlâ, işitmeyen, görmeyen taştan yapılmış putlara tapıyorsun! Ey baba! Senin gibi Kureyş'in büyüğü ve yaşlısı olan bir kimse, nasıl olur da İslâm’a uzak kalır?..." dedi. Babası, çok hiddetlenip; "Bana bu kadar hürmetsizlik edip câhillikle suçluyorsun! Demek ben, atalarımın senelerdir taptıklarını bırakıp, Muhammed'in dînine mi gireceğim?!" diyerek oradan ayrıldı.
Sevgili Peygamberimizin huzûruna gelen Kureyş lideri; "Ben, Hudeybiye sulh-nâmesini yenilemek ve müddetini de uzatmak için geldim. Haydi, aramızdaki bu muâhedeyi bir yazı ile yenileyelim!" dedi. Habîb-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz; "Biz, Hudeybiye sulh-nâmesine aykırı bir davranışta bulunmayız ve onu değiştirmeyiz!" buyurdu. Kureyş lideri, tekrar tekrar; "Sulh-nâmeyi değiştirelim! Yenileyelim!..." dediyse de, sevgili Peygamberimiz, ona hiç bir cevabda bulunmadı. Kureyş lideri gösterdiği bütün çabaların hiç bir fayda vermediğini görünce, Mekke'ye dönüp, müşriklere durumu anlattı. Müşrikler; "Demek hiç bir şey yapamadan geri döndün öyle mi?!." diyerek onu kınadılar. Artık onlar için, beklemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.