Yapılan seriyyelerde, Eshâb-ı kirâmın (radıyallahü anhüm) başarılı olması, kâfirleri korkutmaya başladı. Artık kervanları kâfileler hâlinde ve yanlarında askerlerle sefere çıkıyordu. Hicretin ikinci yılında, Mekkeli müşrikler her âileden sermâye alıp, bin develik bir kervanı Şam'a gönderdiler. Başlarında Mekke'nin ileri gelenlerinden Ebû Süfyân vardı ve henüz müslüman olmamıştı. Kervanı korumak için kırk kadar da muhâfız vazifelendirilmişti. Mallar satıldıktan sonra, paranın tamamıyla silâh satın alacaklar ve bunlar, müslümanlarla savaşta kullanlacaktı.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, müşriklerin büyük bir kervanı ticâret için Şam'a gönderdiklerini haber alınca, durumlarını keşif için, Muhâcirlerden bir kaç kimseyi vazifelendirdi. Zül'aşîre denilen yere vardıklarında, kervanın geçtiğini öğrenip, Medîne'ye döndüler. Küfür ehlinin, silâh ve malları ellerinden alınırsa, ehl-i İslâm'a zararları dokunmaz ve mukâvemetleri kırılırdı. Bu sebeple Resûlullah efendimiz, Talha bin Abdullah ile Sa’îd bin Zeyd hazretlerini, kervanın dönüşünü öğrenmek üzere keşif kolu olarak gönderdiler.
Fırsat kaçırılacak gibi değildi. Peygamber efendimiz hemen hazırlık yapıp, Medîne'de yerine namaz kıldırmak üzere Abdullah ibni Ümmi Mektûm'u (radıyallahü anh) bıraktılar. Hanımı rahatsız olan Hazret-i Osman ve onun gibi altı kişiye vazife verip, Medîne'de kalmalarını emir buyurdular. Yanlarına Muhâcirlerden ve Ensâr'dan üçyüzbeş sahâbî alarak, Ramazân-ı şerîfin onikinci günü Bedr mevkîine doğru yürüdüler. Sayıları, vazifeli ve Medîne'de kalanlarla birlikte 313 kişiyi buluyordu. Bedr; Mekke, Medîne ve Suriye'ye giden yolların birleştiği bir yerdi.
Bu sefere çıkmak için yeni yetişen gençler, hattâ kadınlar bile Peygamber efendimize yalvarıyorlardı. Ümmü Varaka'nın (radıyallahü anhâ), Resûlullah efendimizin huzûruna gelip; "Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Müsâde ederseniz, sizinle gelmek istiyorum, Yaralıların yaralarını sarar, hastaların hizmetini görürüm. Belki, Allahü teâlâ bana da şehitlik nasîb eder!" demesi üzerine; Habîb-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem); “Sen, evinde otur, Kur'ân-ı kerîm oku. Şüphesiz ki, Allahü teâlâ sana şehitliği nasîb eder" buyurmuştu.
Sa'd bin Ebî Vakkâs (radıyallahü anh) anlattı ki: "Resûlullah efendimiz, bizimle gazâya gitmek isteyen çocukları geri çevirmek istediklerinde, kardeşim Umeyr'in bir tarafa saklanmaya, göze görünmemeye çalıştığını gördüm. O zaman onaltı yaşında idi. "Sana ne oldu ki, böyle gizleniyorsun?" dedim. "Resûlullah efendimizin beni de küçük görüp geri çevirmesinden korkuyorum! Halbuki, gazâya katılıp, Allahü teâlânın bana şehitlik nasîb etmesini arzu ediyorum" dedi. Bu sırada onu, Resûlullah efendimize bildirdiklerinde, kardeşime; “Sen geri dön" buyurdular. O zaman, kardeşim Umeyr ağlamaya başladı. Merhamet deryâsı Habîb-i ekrem efendimiz, onun gözyaşına dayanamayıp, müsâde ettiler. Halbuki, kardeşimin kılıcını, kendisi kuşanamadığı için beline ben takmıştım."
Âlemlerin efendisi olan sevgili Peygamberimizin, sancağını Mus’ab bin Umeyr, Sa'd bin Mu'âz ve hazret-i Ali (radıyallahü anhüm) taşıyorlardı. Eshâb-ı kirâmın yanlarında sâdece iki at ve yetmiş deve vardı. Bunlara da nöbetleşerek biniyorlardı. Resûlullah efendimiz, hazret-i Ali, Ebû Lübâbe, bir de Mersed bin Ebî Mersed ile nöbetleşerek biniyorlardı. Fakat hepsi, Resûl aleyhisselâmın yürümeyip hep deve üzerinde gitmesi için; "Canımız sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Siz deveden inmeyiniz. Yüksek zâtınızın yerine biz yürürüz" diyerek yalvarıyorlardı. Fakat Kâinatın sultânı, kendisini onlardan farklı görmeyip; “Siz, yürümekte benden daha kuvvetli olmadığınız gibi, ecir ve mükâfat husûsunda da ben sizden müstagnî ve ihtiyaçsız değilim" buyurdular.
Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz ve yüce Eshâbı, çölde kavurucu bir sıcak altında yürüyorlardı. Ayrıca oruçluydular. Eshâb-ı kirâm, İslâmiyeti yaymak için, pek çok sıkıntılara katlanarak Peygamber efendimizin peşinden aşk ve şevkle gidiyorlardı. Çünkü sonunda, Allahü teâlânın ve Resûlünün rızâsı vardı, ziyâdesiyle arzu ettikleri şehitlik ve Cennet vardı... Sevgili Peygamberimiz, Eshâbının hâllerine bakıp; “Allah'ım! Onlar, yayadırlar. Sen, onlara binit ver! Allah'ım! Onlar açık ve çıplaktırlar. Sen, onları giydir! Allah'ım! Onlar açdırlar, onları doyur. Fakirdirler, fadl-ı kereminle onları zengin eyle!" diye duâ buyurdular.
Peygamber efendimiz ve mübârek ordusu, bu şiddetli sıcaklar altında Bedr'e doğru ilerlerken, müşriklerin Şam'dan gelen kervanları da Bedr'e yaklaşmıştı. Peygamber efendimizin, kervandan haber almak üzere gönderdiği iki sahâbî, kervanın bir-iki gün içinde Bedr'e gelebileceğini öğrenip, sür’atle geri döndüler. Kervandakiler, onların haberi öğrendiği köye geldiklerinde, köylülere; "Müslümanların câsuslarından haberiniz var mıdır?" diye sordular. Onlar; "Bilmiyoruz. Fakat iki kişi gelip, şurada biraz oturdular, sonra da kalkıp gittiler" dediler. Ebû Süfyân, târif edilen yere gidip tetkik ettiğinde, yerdeki deve pisliklerini ezdi ve içinde yem çekirdekleri gördü ve; "Bunlar Medîne yemleridir. Öyle zan ederim ki, o iki adam Muhammed'in (aleyhisselâm) câsuslarıdır" dedi. Müslümanların çok yakınlarda olduğunu tahmin ederek, büyük bir korkuya kapıldı. Kervanın âkıbetinden endişeye düşerek, gece-gündüz yürüyüp, vakit kaybetmeden Kızıldeniz sahilinden Mekke'ye süratle gitmeye karar verdi. Ayrıca, Damdam bin Amr Gıfârî isminde birini, durumu bildirmek üzere Mekke'ye haberci olarak gönderdi.
Bu kimse, Mekke'ye gelince gömleğini önünden ve arkasından yırttı. Devesinin palanını ters çevirdi. Acâib bir vaziyette; "İmdâaat! İmdât!... Ey Kureyşliler! Yetişin!... Kervanınıza, Ebû Süfyân'ın yanındaki mallarınıza, Muhammed ve Eshâbı saldırdılar. Eğer yetişebilirseniz kervanınızı kurtarabilirsiniz!..." diye feryâdu figân edip bağırmaya başladı.
Bunu duyan Mekkeliler, derhal toparlanıp, hazırlıklarını yaptılar. Yediyüz develi, yüz atlı süvâri ve yüzelli piyâde toparladılar. Ebû Leheb'e; "Haydi sen de katıl!" dediklerinde, korkusundan hastalığını bahane etti. Yerine, Âs bin Hişâm'ı bedel olarak gönderdi. Ümeyye bin Halef adındaki müşrik, harbe hazırlanmakta gâyet gevşek davranıyordu. Zirâ, Peygamber efendimizin; “Benim Eshâbım, Ümeyye'yi katleder" buyurduğunu duymuştu. O'nun, hiç bir zaman doğruluktan ayrılmadığını bildiği için korkuyordu. Bu sebeple, Ebû Cehl'in ısrarlarına karşı yaşlı ve çok şişman olduğunu ileri sürdü. Fakat Ebû Cehl'in korkaklıkla itham etmesi üzerine gitmek mecbûriyetinde kaldı.
Müşrik ordusunun çoğu zırhlı idi. Yanlarında güzel sesli kadınlar vardı. Çalgı aletlerini ve içki almayı da ihmâl etmemişlerdi. Bu kadar güçlü bir ordu ile, değil üçyüz kişiye, bin kişilik bir orduya bile ânında gâlip geliriz zannında idiler. Yola çıkmadan öldürecekleri kimseleri, alacakları ganîmetleri hesap edenler bile vardı. Fakat hepsinin en büyük emeli; İslâm’ı ortadan kaldırmaktı. Bu azgın müşrik sürüsü, kadınların çaldığı defler ve söylediği şarkılarla yola çıktı.
Bu sırada Ebû Süfyân, Bedr'den epeyce uzaklaşmış, Mekke'ye doğru bir hayli yol almıştı. Tehlikenin kalktığından emîn olunca, Kays bin İmri-ül-Kays ismindeki adamını Kureyş'e gönderip; "Ey Kureyş cemâati! Siz kervanınızı, adamlarınızı ve mallarınızı muhâfaza etmek için Mekke'den yola çıkmıştınız. Biz tehlikeden kurtulduk. Artık geri dönünüz!..." dedi. Ayrıca; "Müslümanlarla çarpışmak üzere Medîne'ye gitmekten sakının!" diye tavsiyede bulundu. Kays, müşrik ordusuna haberi getirdiğinde, Ebû Cehl; "Yemîn ederim ki, Bedr'e varıp üç gün üç gece şenlik yapıp, develer boğazlar, şarab içeriz. Etrâftaki kabîleler bizi seyrederek, hâlimize imrenirler ve hiç kimseden korkmadığımızı görürler. Bundan sonra, heybetimizden, kimse bize saldırmaya cesâret edemez. Ey yenilmez Kureyş ordusu! Yürüyün..." dedi.
Kays, Ebû Cehl'in söz dinleyecek hâlde olmadığını görüp, geri döndü ve durumu Ebû Süfyân'a bildirdi. İleriyi gören ve tedbirli bir kimse olan Ebû Süfyân; "Eyvah! Yazık oldu Kureyş'e!... Bu Amr bin Hişâm'ın (Ebû Cehl'in) bir plânıdır. Bu işi mutlaka insanlara baş olma sevdâsıyle yaptı. Halbuki böyle azgınlık, her zaman büyük bir eksiklik ve uğursuzluktur. Eğer müslümanlar, onlara rastlarsa Kureyş'in vay hâline!..." demekten kendini alamadı. Kervanı sür’atle Mekke'ye ulaştırıp, orduya yetişti.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.