Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Uhud Gazâsı

Uhud Gazâsı || Peygamberler Ansiklopedisi || Hadis Kütüphanesi

Mekkeli müşrikler, Bedr gazâsında uğradıkları bozgundan ders almadıkları gibi, bunun acısını da bir türlü unutamıyorlardı. Kureyş, ileri gelenlerinden bir çoğunu bu savaşta kaybetmişti. Ayrıca, Şam ticâret yolunun, müslümanların kontrolüne geçmesi, çileden çıkmalarına sebeb oluyordu.
Ebû Süfyân'ın başkanlığındaki ticâret kervanı, Mekke'ye yüzde yüz kârla dönmüştü. Sermâyeye iştirâk edenlerin çoğu, Bedr gazâsında öldüğünden, kervanın kârı Dâr-ün-Nedve denilen, müşriklerin karar almak için toplandıkları binâda muhâfaza ediliyordu.
Saffân bin Ümeyye, İkrime bin Ebî Cehl, Abdullah bin Rebîa gibi babalarını, kardeşlerini, kocalarını, oğullarını Bedr'de kaybedenler; "Müslümanlar, bizim büyüklerimizi öldürdü. Bizleri perişân etti. Artık onlardan intikâm almak zamanı geldi. Kervanın kârıyla, bir ordu hazırlıyalım. Medîne'yi basalım, intikâmımızı alalım" diye Ebû Süfyân'a başvurdular.
Ebû Cehl, Utbe, Şeybe gibi azılı kâfirler daha önce öldürüldüğü için, müşriklerin başında, henüz müslüman olmayan Ebû Süfyân bulunuyordu. Şam ticâretinde yüzbin altın elde edilmişti. Bunun yarısı sermâye, yarısı da kâr idi. Sermâye, sâhiplerine hemen dağıtılıp, kâr da ikiye ayrılarak yarısı ile silâh diğer yarısı ile de asker toplandı. Ayrıca şâir ve hatiplere de verildi. Hatipler ve şâirler halkı galeyana getirip, savaşa teşvik etmek için şiirler, mersiyeler okuyorlar; kadınlar def, dümbelek çalarak onlara iştirâk ediyorlardı. Müslümanları Medîne'den çıkarmak, sevgili Peygamberimizi ortadan kaldırmak ve İslâmiyeti yok etmek gayesinde olan müşrikler, civar kabîleleri de dolaşarak asker topladılar.
Nihâyet Mekke'de, 3000 kişilik büyük bir ordu hazırlandı. Bunların 700'ü zırhlı, 200'ü atlı olup, 3000 de develeri vardı. Çalgıcıların ve kadınların da iştirâk ettiği bu büyük orduya Ebû Süfyân komuta ediyordu. Hanımı Hind de kadınların başında olup, müşrikleri savaşa teşvikte pek ileri gidiyordu. Çünkü Bedr gazâsında babasını ve iki kardeşini kaybetmişti. Bunun acısını unutamıyor, kadınların harbe katılmamasını isteyenlere karşı; "Bedr harbini hatırlayın! Kadınlarınıza, çocuklarınıza kavuşmak için Bedr'den kaçtınız!... Bundan sonra kaçmak isteyenler, karşılarında bizleri bulacaklardır'…" diyerek onları susturuyordu. Bu şekilde Kureyşlileri tahrik ederek bütün gücüyle onları savaşa teşvik etti.
Müşriklerden Cübeyr bin Mut’im'in mızrak atmakta çok usta, pek mâhir olan Vahşî adlı bir kölesi vardı. Attığını vuran keskin bir nişâncı idi. Hind, babası Utbe'yi, Cübeyr de amcası Tuayma'yı Bedr'de öldürdüğü için, Hazret-i Hamza'ya karşı müthiş bir intikâm ateşi ile yanıp tutuşuyorlardı. Cübeyr, kölesi Vahşî’ye; "Eğer Hamza'yı (radıyallahü anh) öldurürsen, seni âzâd eder, serbest bırakırım!" dedi. Hind de; "Onu öldürürsen sana pek çok altın ve mücevherler vereceğim!" diyerek vâdlerde bulundu.
Bütün hazırlıklarını tamamlayan Kureyş ordusu, sancaklarını açarak; birini Talha bin Ebî Talha'ya, birini Ehâbîş'tan birine, birini Üveyf oğlu Süfyân'a verdiler.
Mekke'de hazırlıklar tamamlanmıştı. Hazret-i Abbâs; müşriklerin üçbin kişilik bir ordu kurduklarını, bunların yediyüzünün zırhlı, ikiyüzünün atlı olduğunu, üçbin develerinin ve sayısız silâhlarının bulunduğunu bildiren ve yola çıkmak üzere olduklarını haber veren, buna göre tedbir alınmasını isteyen bir mektubu, güvendiği bir kimseyle hemen Medîne'ye gönderdi.
Bunun üzerine Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, durumu incelemek üzere bir kaç arkadaşına vazife verdi. Bu sahâbîler, Mekke'ye doğru yol aldılar. Yolda müşrik ordusunun geldiğini haber alarak araştırmaya koyuldular. Kısa zamanda işlerini bitirerek sür’atle Medîne'ye döndüler. Gördükleri ve elde ettikleri bilgiler ile gelen mektup birbirine uyuyordu.
Âlemlerin efendisi, derhal hazırlığa başladı. Ayrıca ânî bir baskına uğramamak için, Medîne'nin çevresine nöbetçiler koyarak, tedbir aldı. Eshâb-ı kirâm, kısa zamanda toparlanarak, hazırlıklarını bitirdi. Evde kalanlarla vedalaşıp helâllaşarak, Sultân-ı enbiyâ efendimizin etrâfında toplandılar.
O gün Cumâ idi. Peygamber efendimiz, Eshâbına Cumâ namazını kıldırdı. Hutbede Allahü teâlânın dînini yaymak için cihâd etmenin, fî-sebîlillah çarpışmanın ehemmiyeti üzerinde durdular. Bu uğurda ölenlerin şehîd olup, Cennet’e gideceğini müjdelediler. Düşman karşısında sebât edenlere, güçlüklere karşı göğüs gerenlere, Allahü teâlânın yardım edeceğini haber verdiler.
Resûli ekrem efendimiz, Eshâb-ı kirâmıyla harbin nerede yapılması gerektiği üzerinde istişâre etmek istediğini ve o gece gördüğü bir rüyâyı anlattılar. Buyurdular ki: “Rüyâmda, kendimi sağlam bir zırh içinde gördüm. Kılıcım Zülfikâr'ın ağzında bir gedik açıldığını, boğazlanmış bir sığırı, arkasından da bir koçun getirildiğini gördüm." Eshâb-ı kirâm; "Yâ Resûlallah! Bu rüyâyı nasıl yordunuz?" diye sorduklarında ise; “Sağlam zırh giymek, Medîne'ye, Medîne'de kalmaya işârettir. Orada kalınız... Kılıcımın ağzında bir gedik açıldığını görmem, bir zarara uğrayacağıma işârettir. Boğazlanmış sığır, Eshâbımdan bâzılarının şehîd düşeceğine işârettir. Onun arkasından bir koçun getirilmesine gelince, koç, askerî bir birliğe işârettir ki, inşâallah onları cenâb-ı Hak öldürecektir" buyurdu.
Başka bir rivâyette de; “Rüyâmda kılıcımı yere çarptım, ağzı kırıldı. Bu Uhud günü Eshâbımdan bâzılarının şehîd düşeceklerine işârettir. Kılıcımı tekrar yere çarptım, eski düzgün hâline döndü. Bu da, Allahü teâlâdan bir feth geleceğine, mü’minlerin toplanacağına işârettir" buyruldu.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem kendisine vahiyle bildirilmeyen husûslarda, Eshâbıyla istişâre yapar, ona göre hareket ederdi. Düşmanı nerede karşılamak lâzım geldiği üzerinde, Eshâbdan bâzıları; "Medîne'de kalarak müdâfaa savaşı yapalım" dediler. Bu teklif, Peygamber efendimizin arzularına da uygundu. Hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Sa'd bin Mu'âz (radıyallahü anhüm) gibi Eshâbın büyükleri, Peygamber efendimiz gibi düşünüyorlardı.
Ancak Bedr gazâsında bulunamayan kahraman ve genç sahâbîler; Bedr gazâsına katılan sahâbîlerin kazandığı ecir ve sevâbı, Bedr şehidlerinin ulaştığı yüksek dereceleri Peygamber efendimizden işittikçe, o harpde bulunamadıklarına son derece üzülmüşlerdi. Bunun için düşmanı Medîne dışında karşılamak ve göğüs göğüse çarpışmak istiyorlardı. Hazret-i Hamza, Nu'mân bin Mâlik, Sa'd bin Ubâde (radıyallahü anhüm) bunlardan idi. Hazret-i Hayseme izin alarak; "Yâ Resûlallah! Kureyşli müşrikler, çeşitli Arab kabîlelerinden asker topladılar. Develerine, atlarına binip topraklarımıza girdiler. Bizi evlerimizde ve kalelerimizde kuşatacak, sonra da dönüp gidecekler. Arkamızdan pek çok lâflar edecekler. Bu hâl onların cesâretlerinin artmasına sebep olacak, yeni baskınlar düzenleyeceklerdir. Şimdi onların karşısına çıkmazsak, diğer Arab kabîleleri bize göz dikecekler. Allahü teâlânın bize, müşriklerin karşısında zafer ihsân edeceğini umarım.
Şâyet ikincisi olursa ki şehîdliktir. Bedr beni ondan mahrûm eyledi. Halbuki ben onu pek özlemiştim. Oğlum Bedr gazâsına katılmayı istediğimi işittiğinde, benimle kur'a çekmişti. O benden daha talihli imiş, şehîdlik şerefine ulaştı.
Yâ Resûlallah! Şehîdliği çok özledim. Dün gece rüyâda oğlumu güzel bir sûrette gördüm. Cennet bahçeleri ve ırmakları arasında dolaşıyor ve bana; "Cennet eshâbına katıl! Ben, Allahü teâlânın vâd ettiği gerçeğe kavuştum!" diyordu.
Yâ Resûlallah! Vallahi, sabahleyin, oğluma Cennet arkadaşı olmayı ziyâdesiyle arzu etmeğe başladım. Artık yaşım da ilerledi. Rabbime kavuşmaktan başka murâdım kalmadı.
Canım sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Şehîd olup, oğluma Cennet’te arkadaş olmakla şereflenebilmem için, Allahü teâlâya duâ et!..." diyerek yalvardı. Onun bu isteğini, kırmadılar ve şehîd olması için duâ buyurdular.
Çoğunluğun bu fikirde olduğunu gören sevgili Peygamberimiz, düşmanı Medîne dışında karşılamak üzere karar verdiler. Sonra; (Ey Eshâbım!) Sabır ve sebât ederseniz, bu sefer de cenâb-ı Hak, size yardımını ihsân eder. Bize düşen, azm ve gayret göstermektir!" buyurdular.
İkindi namazını kıldıran Kâinatın sultânı, saâdetli ve mübârek evine vardılar. Arkalarından hazret-i Ebû Bekr ve Ömer (radıyallahü anhümâ), izin alarak girdiler. Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin sarığını sarmasına, zırhını giymesine yardım ettiler. Efendimiz, kılıcını kuşandı, kalkanını sırtına yerleştirdi.
Bu sırada dışarda Eshâb-ı kirâm toplanmış, Peygamber efendimizi bekliyorlardı. Medîne’de kalmak ve müdâfaa savaşı yapmak isteyenler, diğerlerine; "Resûlullah, Medîne dışına çıkmak fikrinde değildi. Sizin sözünüzle bunu kabûl etti. Halbuki Resûlullah, emri Allahü teâlâdan alır. Siz, bu işi O'na bırakınız. O'nun emrettiği şeyi işleyiniz" dediler. Diğerleri de yaptıklarına pişman oldular ve; "Resûl-i ekreme muhâlefet etmiş olmayalım" diyerek, bu fikirlerinden vaz geçtiler. Sevgili Peygamberimiz, saâdethânelerinden çıkınca, huzûr-ı şerîfine varıp; "Canımız sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Sen nasıl istiyorsan öyle yap. Medîne'de kalmak istiyorsan, kalalım. Biz senin emrine muhâlefet etmekten cenâb-ı Hakk'a sığınırız" diye özür dilediler. Habîb-i ekrem efendimiz de; “Bir peygamber, giymiş olduğu zırhını harbetmeden çıkarmaz. Tâ ki, cenâb-ı Allah onunla düşmanı arasında hükmedinceye kadar. Size nasîhatim şudur ki, emrettiğim şeyleri yapar, Allahü teâlânın ismini anarak sabredip sebât gösterirseniz, Allahü teâlâ size yardım edecektir..." buyurdular.
Bu sırada Amr bin Cemûh hazretleri, evinde dört oğluna; "Evladlarım! Beni de bu gazâya götürünüz!" diyor, oğulları da: Babacığım! Ayağının ârızalı olması sebebiyle, Allahü teâlâ seni mâzeretli saydı. Resûlullah, senin sefere gitmemene müsâde etti. Cihâda çıkmakla mükellef değilsin. Senin yerine biz gidiyoruz!" diyerek babalarını iknâya çalışıyorlardı. Fakat hazret-i Amr; "Yazıklar olsun sizin gibi evlâda! Bedr gazâsında da böyle diyerek, Cennet’i kazanmaktan beni alıkoymuştunuz. Bu seferden de mi mahrûm edeceksiniz?..." dedi. Sonra sevgili Peygamberimizin huzûruna çıktı ve; "Canım sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Oğullarım, bâzı özürler ileri sürerek, beni bu gazâdan mahrûm etmek istiyorlar. Vallahi ben, seninle beraber sefere çıkıp, Cennet’e girmekle şereflenmek istiyorum. Yâ Resûlallah! Sen, benim Allah yolunda çarpışmamı ve şehîd düşerek şu topal ayaklarımla Cennet’te gezmemi uygun görmez misin?" dedi. Fahr-i âlem efendimiz de; “Evet, uygun görürüm" buyurdular. Buna çok sevinen Amr bin Cemûh hazretleri, hazırlanarak orduya katıldı.
Medîne'de namaz kıldırmak üzere, Abdullah bin Ümmi Mektûm (radıyallahü anh) bırakıldı. Resûllerin sultânı, üç sancak bağladılar. Birini Habbâb bin Münzir'e, birini Üseyd bir Hudayr'a, diğerini de Mus’ab bin Ümeyr'e (radıyallahü anhüm) verdiler. Bin kişi civarında olan orduda; iki atlı, yüz de zırhlı bulunuyordu.
Zırhlarını giyen Sa'd bin Ubâde ile Sa’d bin Mu’âz hazretleri önde, sağda Muhâcirîn, solda Ensâr olmak üzere yola çıkan sevgili Peygamberimiz, Cumâ günü ikindiden sonra; "Allahü ekber!" tekbir sesleri arasında bayrama gider gibi, Uhud'a doğru yola çıktılar.
Yolda, yahudilerden meydana gelen altıyüz kişilik askerî bir birlikle karşılaştılar. Bunlar, münâfıkların başı Abdullah bin Übey bin Selûl'ün müttefikleri olup, İslâm ordusuna katılmak istiyorlardı. Peygamber efendimiz“Onlar, müslüman olmuşlar mıdır?" diye sordular. "Hayır, yâ Resûlallah" diyerek cevap verdiler. Efendimiz bu defâ; “Onlara gidip söyleyiniz, geri dönsünler. Çünkü biz müşriklere karşı, kâfirlerin yardımını istemeyiz" buyurdular.
Nebiyy-i muhterem sallallahü aleyhi vesellem efendimiz, Medîne ile Uhud arasındaki Şeyhayn denilen yere geldiler. Burada, geceyi geçirmek üzere konakladılar. Henüz güneş batmamıştı. Ordu içinde, düşmanla çarpışmak, ve şehitlik mertebesine kavuşmak isteyen çocuk yaşta sahâbîler de vardı. Sevgili Peygamberimiz, burada orduyu teftiş edince, onyedi kadar çocuğun bulunduğunu gördüler. İçlerinden Râfi' bin Hadîc, ayaklarının ucuna basarak yüksek görünmeye çalışıyordu. Hazret-i Züheyr'in; "Yâ Resûlallah! Râfi’ iyi ok atar" sözü üzerine, onu orduya aldılar. Bunu gören Semüre bin Cündüp; "Ben, güreşte Râfi'i yenebilirim. Onun için ben de gazâda bulunmak isterim" dedi. Peygamber efendimiz tebessüm buyurup, ikisini güreştirdi. Hazret-i Semüre, Râfi'i (radıyallahü anh) yenince, onu da mücâhidler arasına aldılar. Diğer çocuklar, Medîne’ye, orada bulunanları korumak üzere gönderildiler.
Akşam ve yatsı ezânını, Bilâl-i Habeşî (radıyallahü anh) yanık sesiyle okudu. Sevgili Peygamberimiz, namazı kıldırdıktan sonra, Muhammed bin Mesleme'yi (radıyallahü anh) elli kişilik bir birliğin başına verdiler ve sabaha kadar nöbet tutmalarını emir buyurdular. Eshâb-ı kirâm istirâhata çekildi. O gece, Peygamber efendimizin başucunda nöbet tutma şerefi hazret-i Zekvân'a nasîb olmuştu.
Bu arada düşman ordusu, İslâm ordusunun Şeyhayn'da istirâhata çekildiğini öğrenip, İkrime kumandasında bir süvâri birliğini devriye kolu kolarak vazifelendirdi. Henüz müslüman olmayan İkrime, birliğiyle Hare mevkiine kadar İslâm ordusuna sokulduysa da mücâhid devriyesinden korkarak, geri çekildi.
Fecirden sonra Âlemlerin efendisi, Eshâbını uyandırdı. Uhud Dağı’na geldiler. Burada iki ordu birbirini görebiliyordu. Bilâl-i Habeşî (radıyallahü anh), rûhları coşturan, içleri eriten yanık sesiyle sabah ezânını okudu. Mücâhidler, silâhlı olarak sevgili Peygamberimizin arkasında namazlarını kıldılar, duâlarını yaptılar. Kâinatın sultânı, üzerlerine ikinci bir zırh ve mübârek başlarına da miğferini giydiler.
Bu sırada, münâfıkların başı Abdullah bin Übey; "Biz, buraya kendimizi öldürtmeye mi geldik? Bunu baştan niye anlayamadık" diyerek, 300 kadar münâfıkla birlikte İslâm ordusunu terk ederek Medîne'ye geri döndü.
İnanan, gönül birliği yapan, canlarını, başlarını bu yola koyan ve gözünü kırpmayan, şehâdet rütbesine ulaşmak için can atanların sayısı yediyüz kadardı. Hepsi de, sevgili Peygamberimizi, kanlarının son damlasına kadar korumak üzere söz verdiler.
Peygamberlerin efendisi sallallahü aleyhi ve sellem, mücâhidleri nizâma soktu. Orduyu, arkası Uhud Dağı’na, önleri Medîne'ye gelecek şekilde yerleştirdi. Sağ kanada Ukâşe bin Mihsan'ı, sol kanada Ebû Seleme bin Abdülesed'i kumandan tâyin etti. Sa'd bin Ebî Vakkâs ile Ebû Ubeyde bin Cerrâh önde, okçu birliklerinin başında yer aldılar. Zırhlı kuvvetlerin başına Zübeyr bin Avvâm, öndeki zırhsız kuvvetlerin başına hazret-i Hamza geçtiler. Mİkdâd bin Amr'a, arkadaki kuvvetlerin başında vazife verildi (radıyallahü anhüm).
İslâm ordusunun sol tarafında Ayneyn tepesi vardı. Bu tepede dar bir geçit bulunuyordu. Resûl-i ekrem efendimiz, bu geçide Abdullah bin Cübeyr (radıyallahü anh) kumandasında, elli okçu koydu. Okçular geçitte yerlerini aldılar. Sevgili Peygamberimiz, yanlarına gelerek şu kesin emrini verdi; “Bizi arkamızdan koruyunuz. Yerinizde durunuz ve buradan hiç ayrılmayınız. Düşmanı yendiğimizi görseniz de size haber vermedikçe, adam göndermedikçe yerlerinizden aslâ ayrılmayınız. Düşmanın bizi öldüreceklerini, öldürdüklerini görseniz de, gelip bize yardımcı olmayınız. Onlardan bizi korumaya çalışmayınız. Size yöneldikçe, düşman süvârilerini oka tutunuz. Çünkü süvâriler, atılan oklara doğru gelemezler. Allah'ım! Bunları onlara tebliğ ettiğime seni şâhid tutarım!" Bu emirlerini bir kaç defâ tekrarlayan sevgili Peygamberimiz“Kuşların, cesedlerimizi kapıştıklarını görseniz dahi, ben size adam göndermedikçe kesinlikle yerinizden ayrılmayınız. Eğer bizim, kâfirleri kırıp, ayaklarımız altında çiğnediğimizi görseniz bile, yine ben size haber göndermedikçe aslâ yerinizi terk etmeyiniz!..." buyurdular. Sonra oradan ayrılıp, ordunun başına geçtiler.
Sancağı Mus’ab bin Ümeyr'e verdiler. Hazret-i Mus’ab, elinde sancak olduğu hâlde Peygamber efendimizin önünde yerini aldı. Bu sırada yeni evlenen hazret-i Hanzala, Medîne'den sür’atle Uhud'a gelip, mücâhid saflarına katıldı.
Uhud'a üç gün önce gelen müşrik ordusuna Ebû Süfyân kumanda ediyordu. Onlar Medîne'yi arkalarına alacak şekilde yerleştiler. Sağ kanattaki süvârileri Hâlîd bin Velîd, sol kanattaki süvârileri de İkrime kumanda edecekti. Saffân bin Ümeyye'nin de süvâri birliklerinin başında vazife aldığı rivâyet edilmiştir. Müşrik sancağını Talha bin Ebî Talha taşıyordu.
İki ordu arasındaki güç dengesi çok farklıydı. Kureyş ordusu; sayı, silâh ve teçhîzât yönünden, İslâm ordusunun dört mislinden fazlaydı. Kureyş ordusunda; gürültü ve şamatadan geçilmiyor, intikâm hırslarıyla gözleri dönen kadınlar def, dümbelek çalıyor, şarkılar söyleyerek askeri savaşa teşvik ediyor, taptıkları putlardan yardım istiyorlardı.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

[blogger]

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget