Ramazân-ı şerîfin onüçü, Cumâ günü idi. Mücâhidlerden en önce harekete geçen, Hâlid bin Velîd hazretleri oldu. Mekke'nin güneyinden Handeme Dağı’nın eteklerine geldiklerinde, azılı Kureyş müşriklerinin kendilerine ok yağdırdıklarını gördü. İki mücâhid, şehîd olmuştu. Hazret-i Hâlid, savaş düzenindeki askerlerine; "Ancak, bozguna uğrayıp kaçanlar öldürülmeyecektir?" emrini verdikten sonra, ileri atıldılar. Bir anda müşrikleri geriye püskürttüler. Çarpışma esnâsında yetmiş müşrik öldürüldü. Diğerleri, dağ başlarına, evlerine kaçtılar.
Mukaddes Mekke'ye diğer yönlerden giren şanlı sahâbîler, herhangi bir direnişle karşılaşmadılar, öldürülmesi emredilenler içinde beş tanesi yakalanıp cezâları verildi. Diğerleri Mekke'den kaçtılar. Mücâhidler, büyük bir heyecanla, dalga dalga; "Allahü ekber! Allahü ekber!" tekbirleri arasında Mekke'ye giriyorlardı. Server-i âlem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, devesi Kusvâ'nın üzerinde, terkisinde Üsâme bin Zeyd (radıyallahü anhümâ) olduğu hâlde büyük bir tevâzû içinde, doğduğu belde mukaddes Mekke'ye giriyordu. Kendisine bu günleri gösteren Allahü teâlâya hamdediyor, Mekke'nin fethini müjdeleyen, Fetih sûresini tilâvet buyuruyordu.
Fahr-i kâinat efendimiz, büyük bir sürûr içinde, muzaffer Eshâbının arasında Kâbe-i muazzamaya doğru yöneldiler. Sağında hazret-i Ebû Bekr, solunda Üseyd bin Hudayr hazretleri olduğu hâlde Kâbe-i muazzamaya yaklaştılar. Hacer-ül esved'i ziyâret ettikten sonra, telbiye ve tekbir getirdiler. Bunu sahâbîler tâkib etti ve; "Allahü ekber! Allahü ekber!" sesleri ile Mekke-i mükerreme semâları inlemeye başladı. Bu ulvî manzara karşısında müslümanlar sevinç gözyaşları döküyor, Harem-i şerîfe sığınmış, evlerine kapanmış müşrikler, korku ile bekleşiyorlardı.
Sonra Âlemlerin efendisi ve şanlı Eshâbı tavâfa başladılar. Tavâfın yedinci devresini bitirdikten sonra, devesinden inen sevgili Peygamberimiz, Makâm-ı İbrâhim'de iki rekat namaz kıldı. Sonra hazret-i Abbâs'ın kuyudan çıkardığı zemzemden içti. Zemzem ile abdest almayı arzu buyurdular. Fahr-i kâinat efendimiz abdest alırken, Eshâb-ı kirâm, sevgili Peygamberimizin mübârek vücûduna değen abdest suyunu yere düşürmeden havada kapışmaya başladılar. Bu durumu gören müşrikler; "Biz, hayatımızda böyle bir hükümdâr ne gördük, ne de işittik!.." diyerek hayrete düştüler.
Server-i âlem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, Kâbe'nin çevresine taştan ve tahtadan yapılmış bütün putların yıkılmasını murâd ettiler. İsrâ sûresinin meâlen; “Hak gelince bâtıl gider, bâtıl her zaman gidicidir" 81. âyet-i kerîmesini okuyarak, mübârek elindeki asâyı putlara doğru uzattılar. Asânın değdiği her put, birer birer yüzü üzere yıkılıverdi. Üçyüzaltmış put yerle bir edildi.
Öğle vakti girdiğinde, Resûl-i ekrem efendimiz hazret-i Bilâl'e, Kâbe'de Ezân-ı şerîfi okumasını emir buyurdu. O da, derhal bu mukaddes vazifeyi îfâ eyledi. Ezân okunurken, mü’minlerin kalbinde engin bir sürûr meydana geliyor, müşrikler ise ziyâde elem ve üzüntü içinde kahroluyorlardı.
Sevgili Peygamberimiz, Kâbe'nin anahtarını istedi. Getirdiler. İçerdeki resimleri ve yıkılan bütün putları temizlettikten sonra, yanında hazret-i Üsâme bin Zeyd, hazret-i Bilâl, hazret-i Osman bin Talha olduğu hâlde, Kâbe'ye girdiler. Peygamber efendimiz, içerde kapıyı arkasına alarak iki rekat namaz kıldı. Her köşede tekbir getirip duâ eyledi. Hâlid bin Velîd hazretleri kapının önünde duruyor, halkın oraya yığılmasına mâni olmaya çalışıyordu.
Kâinatın sultânı, Kâbe'nin kapısının iki kanadından iki mübârek eliyle tutmuştu. Bütün Kureyşliler Mescid-i Haram'a dolmuşlar, korku ile karışık ümîdle, sevgili Peygamberimize bakıyorlardı. Zirâ onlar, Peygamber efendimize ve Eshâbına hertürlü işkenceyi yapmışlardı. Boyunlarına ip bağlayıp, sürümüşlerdi!... Ateşe atıp, yakmaya çalışmışlardı!... Kızgın kayaları göğüslerine koyup, bayılıncaya kadar işkence yapmışlardı!... Ateşte kızartılmış şişleri vücutlarına sokmuşlardı!... Üç sene aç susuz bir mahalleye hapsedip, her şeyden mahrûm bırakmışlardı! Ayaklarından develere bağlayıp, ayrı yönlere çekmek sûretiyle parçalamışlardı. Hepsinden öte yurtlarından çıkarmışlardı... Bu yetmiyormuş gibi, tamâmen ortadan kaldırmak için kaç defâ harbetmişlerdi... Fakat bütün bunlara rağmen ümîtli idiler. Çünkü karşılarında, âlemlere rahmet olarak gönderilen merhamet deryâsı vardı.
Sevgili Peygamberimiz, bir müddet onlara baktıktan sonra; “Ey Kureyş cemâati! Şimdi, hakkınızda benim, ne yapacağımı zan ediyorsunuz?" buyurdular. Onlar da; “Biz, senden hayır bekliyor, hayır ümîd ediyoruz. Çünkü sen, kerîm kardeşsin. Kerem ve iyilik sâhibi bir kardeşimizin oğlusun. Bize gâlip geldin! Senden iyilik umuyoruz" dediler. Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, onlara tebessüm buyurdular ve; “Benim hâlimle sizin hâliniz, Yûsuf'un (aleyhisselâm) kardeşlerine söylediği gibi olacaktır. Onun gibi ben de; “Bu gün (den sonra günâhınızı yüzlerinize vurmak sûretiyle benim tarafımdan) size, bir kınama ve ayıplama yoktur! Allahü teâlâ, sizi mağfiret buyursun" (Yûsuf sûresi: 92) diyorum. Gidiniz. Hürsünüz, serbestsiniz!" buyurdu. Bu muazzam merhamet, katı kalbleri yumuşatmış, nefret hâlini muhabbete çevirmişti. Âlemlerin efendisi, onları İslâm’a dâvet, edince, müslüman olmak için toplandılar. Sevgili Peygamberimiz, peygamberliğini, Kureyşlilere bildirip ilk İslâm’a dâvet ettiği Safâ tepesine çıktı. Yine orada, büyük-küçük, kadın-erkek bütün Mekkelilerin bî'atını kabûl etti. Böylece Kureyşliler müslüman olarak, Eshâb-ı kirâm arasına katılmakla şereflendiler.
Erkeklerle sözleştikten sonra, kadınlardan da bâzı konularda söz alındı. Allahü teâlâya şirk koşmamak, Peygamber efendimize isyân etmemek, hırsızlık yapmamak, iffet ve nâmusunu korumak, kız çocuklarını öldürmemek... bunlardandı. Müslüman olan kadınların içinde öldürülecek kimselerin listesinde ismi bulunan hazret-i Ebû Süfyân'ın hanımı Hind de (radıyallahü anhâ) vardı. Fakat âlemlere rahmet olan sevgili Peygamberimiz onu da bağışlamıştı. Müslüman olan herkes evlerindeki bütün putları kırdılar. Çevre kabîlelere askerî birlikler gönderilerek, oralardaki putlar da yerle bir edildi. Böylece hakkın gelmesi ile bâtılın kökü kazındı. Merhamete kavuşanlar arasında, Ebû Cehl'in oğlu İkrime, hazret-i Hamza'yı şehîd eden Vahşî (radıyallahü anhüm)... gibi kimseler de vardı. Bunlardan İkrime (radıyallahü anh), Yermük muhârebesinde şehîd düşmüştü. Vahşî (radıyallahü anh) de, Yemâme savaşında Müseylemet-ül-Kezzâb'ı öldürmüştü.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.