Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Hazret-i Ali ile Hazret-i Fâtıma’nın evlenmesi

Hazret-i Ali ile Hazret-i Fâtıma’nın evlenmesi || Peygamberler Ansiklopedisi || Hadis Kütüphanesi

Hicretin ikinci senesi idi. Fahr-i kâinat sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin kızı hazret-i Fâtıma, onbeş yaşına gelmişti.
Bir gün Hazret-i Fâtıma, bir hizmet için Resûl-i ekrem efendimizin huzûruna girmişti. Resûlullah efendimiz, kerîmelerinin evlenme çağına eriştiğini müşâhede ettiler. O günden sonra, Fâtıma-tüz-Zehrâ (radıyallahü anhâ) vâlidemizi pek çok kimse istedi. Resûl aleyhisselâm, bunlara iltifât etmeyip; “Onun işi, Hak teâlânın emrine bağlıdır” buyurdu.
Bir gün Ebû Bekr, Ömer ve Sa'd bin Mu'âz (radıyallahü anhüm) mescidde oturup; "Hazret-i Fâtıma'yı, hazret-i Ali'den gayri herkes istedi. Kimseye iltifât olunmadı" diye konuştular. Hazret-i Sıddîk; "Zannederim ki, Ali'ye nasîb olur. Gelin ziyâretine gidelim ve bu mes’eleyi açalım. Eğer fakirliği ileri sürerse yardımda bulunalım" dedi. Sa'd (radıyallahü anh) da; "Yâ Ebâ Bekr! Sen, hep hayır yaparsın. Kalk, biz de sana arkadaş olalım" dedi. Üçü birden mescidden çıkıp, hazret-i Ali'nin evine gittiler. Ali (radıyallahü anh), devesini alıp gitmiş, Ensârdan birinin hurmalığına su veriyordu. Onları görünce, karşılayıp hâl ve hatırlarını sordu. Ebû Bekr (radıyallahü anh); "Yâ Ali! Her hayırlı işte sen öndersin ve Resûl-i ekrem katında hiç kimseye nasîb olmamış bir mertebedesin. Fâtıma'yı (radıyallahü anhâ) herkes taleb etti. Hiç kimseye iltifât olunmadı. Sana nasîb olacağını zannediyoruz. Niçin teşebbüs etmezsin?" diye sordu.
Hazret-i Ali bunu işitince, mübârek gözleri yaşla doldu ve; "Yâ Ebâ Bekr! Beni ziyâdesiyle yaktın. Ona benden başka rağbet eden yoktur. Lâkin elimin darlığı buna mânidir" dedi. Ebû Bekr (radıyallahü anh); "Böyle söyleme. Allahü teâlâ ve Resûlünün yanında, dünyâ bir şey değildir. Buna fakirlik mâni olamaz. Var, taleb eyle" dedi.
Hazret-i Ali buyuruyor ki: "Resûlullah'ın huzûruna utanarak ve sıkılarak girdim. Resûlullah'ın bütün heybet ve vakârı üzerinde idi. Huzûrunda oturdum ve konuşmaya kâdir olamadım. Resûlullah efendimiz“Niçin geldin, bir ihtiyâcın mı var?" buyurdu. Sustum. “Her hâlde Fâtıma'yı istemeye geldin" buyurunca; "Evet" diyebildim. (Peygamber efendimiz, hazret-i Fâtıma'ya hazret-i Ali'nin kendisini istediğini duyurdu. O da sustu.)
Peygamber efendimiz“Fâtıma'ya mihr olarak verecek neyin var?" buyurdular. "Yanımda ona verilecek bir şeyim yok yâ Resûlallah" dedim. “Sana vermiş olduğum Hutamî zırhlı gömleğin nerededir, ne oldu?" buyurdular. "Yanımdadır" deyince; “Onu sat ve parasını bana getir. Mihr olarak o kâfidir" buyurdular." Başka bir rivâyette de; "Resûlullah efendimiz, hazret-i Ali'ye; “Yanında neyin var" buyurduğunda; "Atım ve zırhlı gömleğim var" diye cevap vermiş, Resûlullah efendimiz de; “Atın sana lâzım olur, fakat zırhını sat" buyurmuştu. Başka bir rivâyette de; “Yâ Ali, git kendine bir ev kirâla" buyurdu.
Hazret-i Ali, evleninceye kadar Peygamber efendimizle beraber oturuyordu. Peygamber efendimizin emirleri üzerine, Mescid-i Nebevî yakınında, hazret-i Âişe'nin odasının karşısında bulunan Hârise bin Nu'mân'ın evini kirâladı. Zırhını da, hazret-i Osman efendimize 480 dirheme sattı. Hazret-i Osman, zırhı satın aldıktan sonra, hediye olarak geri verdi.
Hazret-i Ali, zırh ve dirhemlerle Peygamberimizin yanına gelince, Peygamber efendimiz, hazret-i Osman'a çok hayr duâ ettiler ve; “Osman, Cennet’te benim refîkimdir" buyurdular. Sonra Bilâl-i Habeşî'yi çağırdı ve paranın bir kısmını vererek; “Bu parayı al, çarşıya çık! Biraz gül suyu, geri kalan para ile de bal al ve Mescid'in bir kenarında temiz bir kab içinde su ile eziniz. Bal şerbeti yapınız ki, nikâh kıyıldıktan sonra içelim. Ensâr ve Muhâcirlerden mevcût bulunan Eshâbımı mescide dâvet et ve Fâtıma ile Ali'nin nikâhlarının kıyılacağını halka îlân et" diye emretti.
Bilâl-i Habeşî, dışarı çıkıp hazret-i Ali ile hazret-i Fâtıma'nın nikâhlarının kıyılacağını halka îlân etti. Eshâb-ı kirâm, Mescid-i Nebevî'ye gelerek, içini dışını doldurdular. Peygamber efendimiz ayağa kalkarak şu hutbeyi okudular: “Bütün hamd ve şükür, âlemlerin Rabbine mahsustur. O, verdiği nîmetlerle öğülen, sonsuz kudretinden ve kuvvetinden dolayı ibâdet edilen, azâb ve hesâbından korkulan, hüküm ve fermânı yeryüzünde ve göklerde hâkim olandır. Mahlûkâtı kudretiyle yaratan, adâletli hükümleriyle bunları birbirinden ayıran, insanları (İslâm) dîni ve peygamberi Muhammed (aleyhisselâm) ile şereflendiren O'dur...
Allahü teâlâ bana, kızım Fâtıma'yı Ali bin Ebî Tâlib'e nikâhlamamı emretti. Şimdi sizi şâhid tutuyorum ki, (Allahü teâlânın emriyle) 400 miskâl gümüş mihr ile Fâtıma'yı, Ali bin Ebî Tâlib'e nikâhladım. Rabbim kendilerinin varlıklarını bir araya getirsin ve bunu kendilerine mübârek kılsın. Nesillerini temiz ve rahmete anahtar, hikmete mâden, ümmet-i Muhammed'e emîn kılsın. Söyleyeceğim bundan ibârettir. Rabbimden kendim ve sizin için mağfiret dilerim."
Hazret-i Ali de kalkarak şu kısa hutbeyi okudu: "... Huzûrunda bulunduğumuz Muhammed aleyhisselâma salât ve selâm ederim ki, mübârek kerîmeleri Fâtıma'yı 400 miskâl gümüş mihrle bana nikâhlamıştır. Ey din kardeşlerim! Şüphesiz Peygamber efendimizin buyurduklarını işittiniz ve şâhid oldunuz. Ben de buna şâhid ve râzıyım. Aynen kabûl ediyorum. Allahü teâlâ hepimizin sözlerine şâhiddir, hepimize vekildir."
Nikâh akdi bittikten sonra. Peygamber efendimiz taze hurma getirttiler ve; “Haydi bu hurmadan alınız, yiyiniz" buyurdular. Herkes alıp yediler. Sonra hazret-i Bilâl bal şerbeti dağıttı, onu da içtiler ve bütün sahâbîler; "Bârekellahü fi kümâ ve aleykümâ ve ceme'a şemlekümâ" diye duâ ettiler.
Hazret-i Fâtıma, nikâhtan sonra ağlıyordu. Peygamber efendimiz onun yanına geldi ve; “Ey Fâtıma! Sana ne oldu ki ağlıyorsun? Allahü teâlâya yemîn ederim ki, seni, isteyenlerin en âlimine, hilim ve akıllılıkta en üstününe ve ilk müslüman olanına nikâhladım" buyurdu. Hazret-i Fâtıma; "Babacığım! Evlenen her kızın mihri altın ve gümüşle takdir ve tâyin ediliyor. Benim de mihrim böyle takdir edilirse, seninle diğerleri arasında ne fark olur. Kıyâmet günü sen, mü’minlerin günâhkârlarından ne kadar kimseye şefâatte bulunursan, ben de onların hanımlarına şefâatte bulunmak istiyorum. Muradım budur" dedi. Allahü teâlâ, hazret-i Fâtıma'nın bu dileğinin kabûl edildiğini bildirince, Resûlullah efendimiz; “Yâ Fâtıma, peygamber çocuğu olduğunu belli ettin." buyurdular.
Hazret-i Ali buyurdu ki: “Bu işlerin üzerinden bir ay geçmişti. Bu husûsta mecliste hiç söz olmadı. Ben de hicâbımdan yâni utandığımdan ağzımı açamadım. Ama Resûlullah efendimiz, bâzan beni tenhâda gördükleri zaman; “Senin hâtunun ne iyi hanımdır. Sana müjdeler olsun ki, o, âlemdeki hâtunların seyyidesidir." buyururlardı.
Bir ay sonra Ali'nin (radıyallahü anh) kardeşi hazret-i Ukayl; “Yâ Ali! Bu akd-i izdivaç ile mesrûr olduk. Lâkin murâdım odur ki, bu iki mes’ûd birbirine yakın olalar" deyince, Ali (radıyallahü anh); "Benim de murâdım odur, lâkin hicâb ediyorum" dedi. Hazret-i Ukayl, Ali'nin (radıyallahü anh) elini tutup, Peygamber efendimizin hânesine varınca, Resûlullah'ın câriyesi Ümmü Eymen'e (radıyallahü anhâ) rastladılar. Durumu ona söylediler. Ümmü Eymen de; "Bu husûs için sizin gelmeniz lâzım değildir. Biz ezvâc-ı tâhirât ile ittifâk edip, size haber veririz. Zirâ bu husûsta hâtunların sözü dinlenir" dedi. Ümmü Eymen (radıyallahü anhâ), bu hâli Resûlullah'ın hanımlarına söyledi. Diğer ezvâc-ı tâhirât, hazret-i Âişe'nin hânesine geldiler. Hazret-i Hadîce'yi anarak; “Eğer o hayatta olsaydı, bize bir endişe olmaz idi" dediler. Resûlullah efendimiz ağladı ve buyurdu ki; “Hadîce gibi hâtun hani? Halk beni yalanlarken o tasdik etti ve bütün malını benim yoluma sarf etti. Dîn-i İslâm'a çok yardım etti. Hayatında, Hak teâlâ bana emretti ki, Hadîce'ye müjde ver: Cennet’te onun için zümrütten bir köşk yapılmıştır."
Resûlullah efendimizin zevceleri, hazret-i Ali'nin murâdını arz ettiler. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz, Ümmü Eymen'e, hazret-i Ali'yi dâvet etmesini emretti. Ali (radıyallahü anh) gelince, meclisteki hanımlar kalkıp gittiler. Hazret-i Ali başını önüne eğip oturdu. Resûlullah“Zevceni ister misin yâ Ali?" buyurdu. Ali (radıyallahü anh); "Evet yâ Resûlallah! Anam ve babam sana fedâ olsun" dedi. Resûl-i ekrem efendimiz, Esmâ binti Umeys'e; “Git, Fâtıma'nın evini hazırla!" buyurdu. Esmâ, hazret-i Fâtıma'nın gelin gideceği eve gitti. Bir minder yeni meşinden, bir minder yamalı meşinden, bir minder de hasırdan yapıp, içlerini hurma lifi ile doldurdu. Resûlullah efendimiz yatsı namazından sonra Fâtıma'nın evine gelip yapılanları gözden geçirdi.
Peygamberimiz, hazret-i Ali'nin getirdiği paranın üçde ikisiyle yiyecek, süs ve koku gibi şeyler; üçte biriyle de giyecek alınmasını emrettiler ve ev eşyasını tamamlattılar. Hazret-i Fâtıma'nın çeyizi ve ev eşyasında şunlar vardı: Esmâ binti Umeys'in hazırladığı üç minder, saçaklı bir halı, içi hurma lifi ile doldurulmuş bir yüz yastığı, iki tane el değirmeni, bir su kırbası, topraktan yapılmış bir su testisi, meşinden yapılmış bir su bardağı, bir havlu, bir elek, dabağlanmış bir koç postu, eskiyip tüyü dökülmüş alacalı bir Yemen halısı, hurma yaprağından örülmüş bir sedir. Yemen işi iki alacalı elbise, bir kadife yorgan. Bundan sonra Resûlullah efendimiz, hazret-i Ali'ye bir mikdar para verip, hurma ve yağ almasını söylediler. Hazret-i Ali bundan sonrasını şöyle anlattı: "Beş dirhemle hurma, dört dirhemle yağ aldım. Resûlullah'ın huzûruna getirdim. Deriden bir sofra istedi. Hurma, un, yağ ve yoğurdu mübârek eli ile karıştırıp, bir çeşit yemek yaptı ve; “Yâ Ali! Var, kimi bulursan getir" buyurdu. Ben dışarı çıktım, pek çok insan gördüm, hepsini dâvet ettim ve içeri girip; "Yâ Resûlallah! Halk çoktur" diyerek arz eyledim.
Âlemlerin efendisi Fahr-i kâinat efendimiz; “Onları onar onar içeri getir, taam (yemek) yesinler" buyurdu, öyle yaptım. Hesâb ettiler, erkek ve kadından yediyüz kimse yemek yemişler ve doymuşlar idi."
Hazret-i Ali'nin ve Fâtıma'nın (radıyallahü anhâ) velîmesi yenildikten sonra, Ümmü Eymen'in bildirdiğine göre, Peygamber efendimiz hazret-i Ali'ye “Yâ Ali, kızım Fâtıma gelin olarak evinize gitti. Ben de akşam namazından sonra gelip duâ edeceğim. Beni bekleyin." buyurdu. Hazret-i Ali eve gelince, bir köşeye oturdu. Hazret-i Fâtıma da evin diğer bir köşesine oturdu. Sonra Resûlullah efendimiz gelip kapıyı çaldı. Ümmü Eymen kapıyı açtı. Resûlullah“Kardeşim burada mı?" buyurdu. Ümmü Eymen; "Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Kardeşiniz kimdir?" dedi. Resûlullah efendimiz“Ali bin Ebî Tâlib'dir" deyince, Ümmü Eymen; "Kerîmenizi kardeşinizle mi evlendirdiniz?" dedi. Resûlullah efendimiz“Evet" buyurdular. Ümmü Eymen, Resûlullah'ın; “Kardeşim burada mı?" buyurmasından, nikâhın câiz olmayacağını sandı. Resûluflah efendimiz de “Evet" buyurmakla, evlenmeye mâni olanın aynı anadan doğmak olduğuna işâret ettiler.
Bundan sonra Resûlullah efendimiz Ümmü Eymen'e; “Esmâ binti Umeys de burada mı?" buyurdular. "Evet" diye cevap verince; “Demek Resûlullah'ın kerîmesine hizmete geldi" buyurdular. Ümmü Eymen; "Evet" deyince; “Hayra kavuşsun" buyurup duâ ettiler.
Bundan sonra bir kabla su getirttiler. Mübârek ellerini yıkadılar. Suyun içine de bir miktar misk döktüler. Sonra hazret-i Fâtıma'yı çağırdılar. Fâtıma (radıyallahü anhâ) utancından elbisesine bakıyordu. Resûlullah efendimiz sudan bir miktar alıp, Fâtıma'nın göğsüne, başına ve sırtına serpti ve; “Allahümme innî e'îzuhâ bike ve zürriyetihâ min-eş-şeytân-ir racîm (Yâ Rabbî! Onun ve zürriyetinin racîm olan, taşlanan şeytanın şerrinden muhâfazası için sana sığınırım)" diye duâ ettiler. Sonra Hazret-i Ali'ye de aynısını yapıp; “Allahümme bârik fîhimâ ve bârik aleyhimâ ve bârik lehümâ fî neslihimâ" diye duâ ettiler. İhlâs ve Mu’avvizeteyn sûrelerini okuyup; Allahü teâlânın ismi ve bereketi ile ehlinin yanına gir" buyurdular. Sonra mübârek elleriyle kapının iki kanadını tutup, bereket ile duâ ettiler ve oradan ayrıldılar.
Hazret-i Ali buyurdu ki: "Düğünümüzden dört gün sonra, Resûlullah efendimiz, hânemizi teşrîf eyledi. Gönülleri alan, hikmet dolu sözleri ile bize nasîhat ettiler ve buyurdular ki: “Yâ Ali! Su getir!" Kalktım su getirdim. Bir âyet-i kerîme okudu ve; “Bu sudan biraz iç. Bir miktar kalsın" buyurdu. Öyle yaptım. Kalan suyu, başıma ve göğsüme serpti. Tekrar; “Su getir" buyurdu. Yine su getirdim. Bana yaptığı gibi, Fâtıma'ya da yaptı. Sonra beni dışarı gönderdi."
O dışarı çıktıktan sonra kızına, hazret-i Ali hakkında suâl eyledi. Fâtıma (radıyallahü anhâ) dedi ki: "Babacığım, bütün kemâl sıfatlar kendisinde mevcûttur. Lâkin, bâzı Kureyş hâtunları bana; "Senin erin fakirdir" diyorlar" deyince, Resûlullah efendimiz buyurdu ki: “Ey kızım! Senin baban ve helâlin fakir değildir. Bütün yer ve gök hazîne ve definelerini bana arz ettiler. Kabûl etmedim. Allahü teâlânın katında makbûl olanı kabûl ettim. Ey kızcağızım! Eğer benim bildiğimi, sen bilseydin, dünyâ senin nazarında, hor ve aşağı olurdu. Allahü teâlânın hakkı için, erin, sahâbenin evvelidir. İslâm'da büyüğüdür, ilimde en derinidir. Ey kızım! Allahü teâlâ Ehl-i beytten iki kimse ihtiyâr etti. Biri baban ve biri helâlindir. Zinhâr ona isyân eyleme ve emrine muhâlefet etme."
Fahr-i kâinat aleyhi efdâlüs-salevat efendimiz, kızına nasîhat ettikten sonra, hazret-i Ali'yi dâvet etti. Ona da Fâtıma'yı (radıyallahü anhâ) ısmarladı; “Yâ Ali! Fâtıma'nın hatırına riâyet eyle. O benden bir parçadır. Onu hoş tut. Eğer onu üzersen, beni üzmüş olursun" buyurdu. İkisini de Allahü teâlâya ısmarladı. Sonra kalkıp gitmeye azîmet etmişti ki, Fâtıma (radıyallahü anhâ) "Yâ Resûlallah! İçerinin hizmetini ben görürüm. Dışarısının hizmetini de Ali görür. Bana bir câriye ihsân ederseniz, bâzı işlerimde yardımcı olur. Beni memnun edersiniz" dedi. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: “Ey Fâtıma! Sana hizmetçiden daha iyi bir şey mi, yoksa hizmetçi mi ihsân edeyim?"
Fâtıma vâlidemiz (radıyallahü anhâ) "Hizmetçiden iyisini ihsân eyle" dedi. Resûlullah efendimiz“Her gün yatarken otuzüç kere Sübhânallah, otuzüç kere Elhamdülillah, otuzüç kere Allahü ekber, bir kere de Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke leh. Lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr, söyle. Hepsi yüz kelimedir. Kıyâmette bin hasene (iyilik) bulursun. Mîzânda hasenâtın ağır gelir" buyurdu. Sonra Peygamber efendimiz, kerîmelerinin evinden ayrılıp, hâne-i saâdetlerine gittiler.
Hazret-i Ali ile hazret-i Fâtıma'nın nikâhları hicretten beş ay sonra, düğünleri ise Bedr gazvesinden sonra olmuştur.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

[blogger]

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget