Bedr gâlibiyeti ile Medîne'de bulunan yahudi ve putperest müşriklerin kalblerine korku düştü. Bâzı yahudiler, insâfa gelip; "Sıfatlarını kitaplarımızda okuduğumuz zât, mutlaka budur. Artık O'na karşı durmak mümkün olmaz. Zirâ O, hep gâlip gelecektir" diyerek müslüman oldular. Bâzıları da; "Muhammed, harpten anlamayan Kureyşlilerle savaştı. Onun için gâlip geldi. Eğer bizimle cenk etseydi, O'na, harp nasıl yapılır, zafer nasıl kazanılır gösterirdik" dediler.
Ka'b bin Eşref ismindeki bir yahudi de, Bedr'de İslâm ordusunun gâlibiyetini duyunca, müslümanlara olan kininden Mekke'ye gitti. Oradaki müşrikleri toplayıp, Medîne’ye saldırmaları için şiirler söyledi, onları teşvik ve tahrik etti. Peygamber efendimiz ile çarpışmak üzere onlarla anlaştı. Hattâ, sevgili Peygamberimize sû-i kast düzenledi. Allahü teâlâ bu durumu, Resûlullah efendimize bildirdi ve meâlen buyurdu ki: “Onlar, Allahü teâlânın kendilerine lânet ettiği (rahmetinden uzaklaştırdığı) kimselerdir..." (Nisâ sûresi: 52)
Bunun üzerine Resûl-i ekrem efendimiz, şerefli Eshâbına; “Ka'b bin Eşref’i kim öldürür? Çünkü o, Allahü teâlâ ve Resûlüne ezâ etmiştir" buyurdu. Muhammed bin Mesleme (radıyallahü anh); "Yâ Resûlallah! İster misin, ben onu öldüreyim” diye suâl eyledi. Resûlullah efendimiz de; “Evet, isterim" buyurdu. Muhammed bin Mesleme, bir kaç gün bu iş üzerinde durup, plânlar kurdu. Arkadaşlarından Ebû Nâile, Abbâs bin Bişr, Hâris bin Evs, Ebû Abs ibni Cebr'in yanına gidip, mes'eleyi onlara açtı. Hepsi uygun görüp; "Beraber öldürürüz" dediler. Birlikte Peygamber efendimize geldiler. "Yâ Resûlallah! İzin buyurursanız, biz onunla konuşurken, sizinle ilgili, Ka'b'ın hoşuna gidecek bâzı sözler söyleyebilir miyiz?" dediler. Peygamber efendimiz, onlara istediklerini söylemeye müsâde buyurdular. Bunun üzerine, Muhammed bin Mesleme, arkadaşlarıyla (radıyallahü anhüm) Ka'b bin Eşref’in yanına gitti. "Şu Muhammed, bizden sadaka istedi. Bize çok vergi yükledi. Onun için senden ödünç bir şey almak için geldim" dedi. Ka'b sevinerek, Muhammed bin Mesleme'nin kendisi gibi düşündüğünü sandı ve; "O sizi daha da bıktıracak" dedi. Muhammed bin Mesleme (radıyallahü anh); "İşte O'na bir defâ uymuş bulunduk. O'na tâbi olmakla devam edeceğiz. Bakalım sonu ne olacak? Şimdi sen bize biraz ödünç hurma ver" dedi. Ka'b; "Evet vereyim, fakat, bana bir şeyi rehin vermelisiniz!" dedi. Muhammed bin Mesleme ile yanındakiler; "Ne istersin" dediler. Ka'b; "Kadınlarınızı rehin isterim" deyince rızâ göstermediler. Ka'b; "O zaman oğullarınızı rehin verin" dedi. "Onları da rehin veremeyiz. Onlardan birine, bir-iki deve yükü hurmaya karşılık rehin olundu diye söylenir ki, bu da bizim için unutamıyacağımız bir leke olur. Fakat sana silâhımızı ve zırhımızı rehin verebiliriz" dediler. Ka'b bu teklifi kabûl etti. Onlara ne zaman geleceklerini de bildirdi. Muhammed bin Mesleme, bir gece Ka'b'ın yanına geldi. Ebû Nâile de beraber idi. Ka'b onları kaleye çağırdı. Kendisi de onları karşılamak için aşağı indi. Ka'b'ın karısı; "Bu saatte nereye çıkıyorsun" dedi. Ka'b; "Gelenler, Muhammed bin Mesleme ile kardeşim Ebû Naile'dir" dedi. Karısı; "İşittiğim bu ses bana pek iyi gelmiyor. Sanki ondan, kan damlıyor" dedi. Ka'b; "Yok, onlar Muhammed bin Mesleme ile süt kardeşim Ebû Naile'dir. O iyi bir gençtir. Geceleyin, kılıç vuruşmasına bile çağırılsa, hiç tereddüt etmeden gelir. Böyle birisidir" dedi. Muhammed bin Mesleme (radıyallahü anh) kendisiyle beraber iki kişiyi, bir rivâyete göre de üç kişiyi kaleye soktu. Bunlar, Ebû Abs bin Cebr, Hâris bin Evs, Abbâd bin Bişr (radıyallahü anhüm) idi. Muhammed bin Mesleme hazretleri, arkadaşlarına; "Ka'b gelince, ona saçını koklayacağımı söyler, başını tutup koklarım. Siz benim, Ka'b'ın başını iyice yakaladığımı gördüğünüz zaman, kılıçlarınızla, vurunuz" dedi. Ka'b bin Eşref güzel giyinmiş olarak, güzel koku saçarak, onların yanına geldi, İbn-i Mesleme; "Şimdiye kadar böyle güzel koku koklamadım" diyerek Ka'b'ın yanına vardı. Ka'b; "Arab'ın en güzel kokulu kadınları benim yanımda" diyerek övündü. Muhammed bin Mesleme (radıyallahü anh); "Başını koklamama izin verir misiniz" dedi. Ka'b, müsâde ettiğini söyledi. Mesleme (radıyallahü anh) onu kokladı. Arkadaşlarına da koklattı. Sonra, tekrar koklamak istediğini söyledi. Bu defâ, Muhammed bin Mesleme (radıyallahü anh) başını yakalayıp, arkadaşlarına, kılıçlarıyla vurmalarını işâret etti. İlk kılıç vurulduğunda Ka'b şiddetle bağırdı fakat ölmedi. Bunun üzerine Muhammed bin Mesleme, hançeri ile onu öldürdü. Ka'b'ı öldüren mücâhidler derhal orayı terkedip, Medîne’ye ulaştılar. Resûlullah efendimize müjdeyi verdiklerinde, Peygamberimiz, Allahü teâlâya hamd etti ve mücâhidlere duâ buyurdu.
Ka'b bin Eşref kâfirinin öldürülmesi, yahudileri büyük bir korkuya düşürdü. Çünkü, Ka'b gibi ileri gelen bir lider öldürüldükten sonra, kendilerinin öldürülmesi an mes’elesi idi. Sabahleyin toplanıp, Peygamber efendimizin huzûruna geldiler. Gece olan hâdiseden şikayetçi oldular. Resûl-i ekrem efendimiz; “O, bizi hep rahatsız eder, aleyhimizde şiirler söylerdi. Eğer, sizden her kim böyle yaparsa, bilsin ki, cezâsı kılıçtır" buyurdular. Bu tehdit üzerine yahudiler, korkularından Resûlullah efendimizle yeniden bir andlaşma yaptılar.
Bir gün Benî Kaynukâ yahudileri, bir müslüman hanımla alay etmek istemiş, bunu gören sahâbeden biri, derhal kılıcını çekip, o yahudiyi öldürmüştü. Yahudiler de toplanıp, o mübârek sahâbîyi şehîd ettiler. Hâdise, Peygamber efendimize bildirildi. Resûl-i ekrem efendimiz, onları, Kaynukâ pazar yerinde toplayıp; “Ey yahudi topluluğu! Siz, Allahü teâlânın Kureyş'e verdiği azâb gibi bir azâba yakalanmaktan korkunuz ve müslüman olunuz. Benim, Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğumu iyi bilirsiniz. Bunu da, Allahü teâlânın size olan ahdini de kitabınızdan okumuş bulunuyorsunuz..." buyurdu. Bu merhamete rağmen, yaptıkları andlaşmayı bozan yahudiler, Âlemlerin sultânına; "Ey Muhammed! Harb etmesini bilmeyen bir kavmi hezîmete uğratman seni aldatmasın! Yemîn ederiz ki, biz cengâver kimseleriz! Sen, ancak bizimle çarpışmaya başladığın zaman, nasıl bahadırlar olduğumuzu anlarsın!..." diyerek meydan okudular. Böylece, önceki andlaşmayı bozarak meydan okuduklarını açığa vurdular.
Bunun üzerine Cebrâil aleyhisselâm vahiy getirdi ki, meâlen şöyle buyruluyordu: "(Ey Habîbim!) Eğer (seninle) andlaşma yapan bir kavmin, bir hâinliğinde (sözleşmeye aykırı hareket ettiğinde) endişeye düşersen, (savaş açmadan önce) hak ve adâlet üzere ahidlerini reddettiğini doğruca kendilerine bildir. Çünkü, Allahü teâlâ hâinleri sevmez." (Enfâl sûresi: 58) Başka bir âyet-i kerîmede de meâlen buyruldu ki: “Ey Resûlüm! O kâfir olan yahudilere de ki: “Siz muhakkak mağlûb olacaksınız ve toplanıp Cehennem’e sürükleneceksiniz. O Cehennem, ne kötü bir karargâhtır." (Âl-i İmrân sûresi: 12)
Habîb-i ekrem efendimiz, derhal, bir ordu kurup Kaynukâ yahudilerinin bulunduğu kaleye yürüdüler. Beyaz sancağı, hazret-i Hamza taşıyordu ve Medîne'ye vekil olarak Ebû Lübâbe (radıyallahü anh) bırakılmıştı. Mübârek ordu, Kaynukâ kalesini muhâsara etti. "Biz ne cengâver bahadırlarız" diyen yahudiler, değil karşı koymak, kalelerinden bir ok bile almaya cesâret edemediler. Resûlullah efendimiz, giriş ve çıkışları kontrol altına aldı. Kimse dışarı çıkamadı. Bu hâl onbeş gün devam etti. Yahudiler korkuya kapılıp, teslim oldular. Her birinin öldürülmeleri lâzım gelirken, âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz, merhamet buyurup, Kaynukâ yahudilerinin Şam'a gitmelerine izin verdiler. Böylece Medîne topraklarından çıkardılar.
Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Medîne'de hem yahudilerle, hem de Abdullah bir Übey gibi müslüman görünen münâfıklarla, bir de müşriklerle mücâdele ediyordu. Ayrıca Medîne dışındaki müşrik kabîleleri İslâm’a dâvet ediyor, müslüman olmakla şereflenmeleri için uğraşıyordu. Sevîk, Gatafân, Karde, Bahran... gibi gazâlar hep Bedr gazâsından sonra yapıldı.
Bu arada zekâtın farz edilmesi, sadaka-i fıtrın verilmesi, bayram namazlarının kılınması ve kurban kesmek emri geldi. Resûlullah efendimiz, kızı Ümmü Gülsüm'ü (radıyallahü anhâ) hazret-i Osman ile evlendirdi. Zeyneb binti Cahş ve hazret-i Ömer'in kızı Hafsa'yı (radıyallahü anhâ) kendi nikâhlarına aldı. Hazret-i Ali'nin oğlu hazret-i Hasen dünyâya geldi.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.