Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

İbadetler

İbadetler || Peygamberler Ansiklopedisi || Hadis Kütüphanesi

Birincisi; şartlarına ve farzlarına uygun olarak, her gün beş kere, vakti gelince, namaz kılmaktır. Namazları; farzlarına, vâciblerine ve sünnetlerine dikkat ederek ve gönlünü Hakk'a vererek, vakitleri geçmeden kılmalıdır. Kur'ân-ı kerîmde, namaza; “Salât” buyuruluyor. Salât, lügatte insanın duâ etmesi, meleklerin istiğfâr etmesi, Allahü teâlânın merhamet etmesi, acıması demektir. İslâmiyette salât demek; ilmihal kitaplarında bildirildiği şekilde, belli hareketleri yapmak ve belli şeyleri okumak demektir. Namaz kılmağa iftitâh tekbiri ile başlanır. Yâni erkeklerin ellerini kulaklarına kaldırıp göbek altına indirirken; "Allahü ekber" demeleri ile başlanır. Son oturuşta, başı sağ ve sol omuzlara döndürüp, selâm vererek bitirilir.
İkincisi; malın zekâtını vermektir. Zekâtın mânâsı, temizlik ve övmek ve iyi, güzel hâle gelmek demektir. İslâmiyette zekât demek; ihtiyâcından fazla ve nisâb denilen belli bir sınır miktarında zekât malı olan kimsenin, malından belli miktarını ayırıp, Kur'ân-ı kerîmde vasıfları bildirilen müslümanlara, başa kakmadan vermesi demektir. Zekât, sekiz çeşit insana verilir. Dört mezhebde de, dört türlü zekât malı vardır. Altın ve gümüş zekâtı, ticâret malı zekâtı, senenin yarıdan fazlasında çayırda otlayan dört ayaklı kasap hayvanlarının zekâtı ve yerden biten her çeşit ihtiyaç maddesi zekâtıdır. Bu dördüncü zekâta, Uşr denir. Yerden mahsul alınır alınmaz uşr verilir. Diğer üç zekât, nisâb miktarı olduktan bir sene sonra verilir.
Üçüncüsü; Ramazân-ı şerîf ayında, her gün oruç tutmaktır. Oruç tutmağa Savm denir. Savm, lügatte, bir şeyi bir şeyden korumak demektir. İslâmiyette; şartlarını gözeterek, Ramazân ayında, her gün üç şeyden kendini korumak demektir. Bu üç şey; yemek, içmek ve cimâdır. Ramazân ayı, gökte hilali (yeni ayı) görmekle başlar. Takvimle önceden hesap etmekle başlamaz.
Dördüncüsü; gücü yetenin, ömründe bir kere hac etmesidir. Yol emin ve beden sağlam olarak Mekke-i mükerreme şehrine gidip gelinceye kadar, geride bıraktığı çoluk-çocuğunu geçindirmeğe yetecek maldan fazla kalan para ile oraya gidip gelebilecek kimsenin, ömründe bir kere, ihrâmlı olarak, Kâbe-i muazzamayı tavâf etmesi ve Arafat meydanında durması farzdır.
Beşincisi; Allahü teâlânın dînini yaymak için uğraşmak, yâni cihâd etmektir. Cihâda hazırlanmak ibâdettir.
Münâkehât: Evlenme, boşanma, nafaka... gibi bölümleri vardır.
Muâmelât: Alış-veriş, kirâ, şirketler, fâiz, mîras... gibi bölümleri vardır.
Ukûbât: Cezalar olup başlıca beşe ayrılmaktadır. Kısas, sirkat, zinâ, kazf, riddet yâni mürted olmak cezâlarıdır.
Ahlâk: İslâmiyet, güzel ahlâk ile ahlâklanmayı, nefsi kötü huylardan temizlemeyi, iyi huylu olmayı, her cihetten iffeti ve hayâyı emreder. Bu bilgileri ve yolları öğreten ilme, tasavvuf denir.
Beden sağlığına âit bilgileri tıb ilmi öğrettiği gibi, kalbin, rûhun kötü huylardan kurtulmasını da tasavvuf ilmi öğretir. Kalb hastalığının alâmetleri olan kötü işlerden uzaklaştırıp, Allah rızâsı için güzel iş ve ibâdet yapmayı sağlar.
İslâmiyet, önce ilim öğrenmeyi, sonra öğrendiklerine uygun iş ve ibâdet yapılmasını ve bütün bunların da Allah rızâsı için olmasını, kısaca; ilim, amel ve ihlâsı emretmektedir. İnsanın mânen yükselmesi, dünyâ ve âhıret saâdetine kavuşması, bir tayyârenin uçmasına benzetilirse, îmân ile ibâdet bunun gövdesi ve motorları gibidir. Tasavvuf yolunda ilerlemek de, bunun enerji maddesi yâni benzinidir. Maksada ulaşmak için tayyâre elde edilir. Yâni îmân ve ibâdet kazanılır. Harekete geçmek için de, kuvvet, yâni tasavvuf yolunda ilerlemek lâzımdır.
Tasavvufun iki gâyesi vardır. Birincisi; imanın vicdânileşmesi, yâni kalbe yerleşmesi ve şüphe getiren tesirlerle sarsılmaması içindir. Akıl ile, delil ve ispat ile kuvvetlendirilen îmân böyle sağlam olmaz. Allahü teâlâKur'ân-ı kerîmde Ra'd sûresi 28. âyet-i kerîmesinde meâlen buyurdu ki: “Kalblere îmânın sinmesi, yerleşmesi, ancak ve yalnız zikr ile olur." Zikr, her işte ve her harekette Allahü teâlâyı hatırlamak, O'nun rızâsına uygun iş yapmak demektir.
Tasavvufun ikinci gayesi; fıkıh ilmi ile bildirilen ibâdetlerin seve seve kolaylıkla yapılmasını ve nefs-i emmareden doğan tembelliklerin, sıkıntıların giderilmesidir. İbâdetlerin kolaylıkla seve seve yapılması ve günâh olan işlerden de nefret ederek uzaklaşılması, ancak tasavvuf ilmini öğrenip, bu yolda ilerlemek ile mümkündür. Tasavvufa sarılmak, herkesin bilmediklerini görmek, gaybden haber vermek, nûrlar, rûhlar ve kıymetli rüyâlar görmek için değildir. Tasavvuf ile ele geçen marifetlere, bilgilere ve hâllere kavuşmak için, önce îmânı düzeltmek, İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğrenip, bunlara uygun iş ve ibâdet yapmak lâzımdır. Zâten bu üçünü yapmadıkça, kalbin tasfiyesi, kötü huylardan temizlenmesi, nefsin tezkiyesi, terbiye edilmesi mümkün değildir. Server-i âlem sallallahü aleyhi ve sellem efendimize tam ve kusursuz tâbi olabilmek için, O'nu tam ve kusursuz sevmek lâzımdır. Tam ve olgun sevginin alâmeti de; O'nun düşmanlarını düşman bilmek ve O'nu beğenmeyenleri sevmemektir.
Bu birkaç günlük hayat; eğer dünyâ ve âhıretin sultânı olan Muhammed aleyhisselâma tabi' olarak geçirilirse; saâdet-i ebediyye, sonsuz necât, kurtuluş umulur. Yoksa O'na tâbi olmadıkça, herşey hiçtir. O'na uymadıkça her yapılan hayr, iyilik burada kalır, âhırette ele bir şey geçmez.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

[blogger]

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget