Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Peygamber efendimizin güzelliği

Peygamber efendimizin güzelliği || Peygamberler Ansiklopedisi || Hadis Kütüphanesi

Ulemâ-i râsihîn denilen, hem zâhîr ve hem de bâtın bilgilerinde üstâd ve Peygamber efendimize vâris olan yüksek İslâm âlimleri, O'nu bütün güzellikleriyle görmüş ve âşık olmuşlardır. Bunların en başında Ebû Bekr-i Sıddîk (radıyallahü anh) gelmektedir. O, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizdeki nübüvvet nûrunu görüp; üstünlük, güzellik ve yüksekliklerini idrâk ederek, âşık olmuş ve bunda öyle ileri gitmiştir ki, başka hiç bir kimse onun gibi olamamıştır. Hazret-i Ebû Bekr, her an, her baktığı yerde Resûlullah efendimizi görürdü. Bir keresinde hâlini; "Yâ Resûlallah! Nereye baksam sizi görüyorum" diye arzetmişti. Bir keresinde de; "Bütün iyiliklerimi, sizin bir sehvinize (yanılmanıza) değişirim" demişti. Resûlullah efendimizin güzelliğini en iyi görüp anlayan ve anlatanlardan biri de, mü’minlerin annesi hazret-i Âişe vâlidemiz idi. Hazret-i Âişe; âlim, müctehid, akıllı, zekî, edîb idi. Gayet beliğ ve fasîh konuşurdu. Kur'ân-ı kerîmin mânâlarını, helâl ve haramları, Arab şiirlerini ve hesap ilmini çok iyi bilirdi. Resûlullah'ı medheden şiirleri vardır. Şu iki beyti, hazret-i Âişe vâlidemiz söylemiştir:
"Ve lev semî'ü fî Mısre evsâfe haddihî;
Lemâ bezelû fî sevmi Yûsüfe min nakdin.
Levvâmî Zelihâ lev reeyne cebînehû,
Le âserne bilkat'il kulûbi alel eydî."
Tercümesi:
"Eğer Mısır'dakiler, O'nun (Peygamber efendimizin) yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı; (güzelliği dillere destan olan) Yûsuf aleyhisselâma hiç para vermezlerdi. Yâni bütün mallarını, onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zelihâ'yı, "Yûsuf aleyhisselâma âşık oldu diyerek" kötüleyen kadınlar, Resûlullah'ın nûrlu alnını görselerdi, ellerinin yerine kalblerini keserlerdi de acısını duymazlardı."
Hazret-i Âişe vâlidemiz buyuruyor ki: "Bir gün Resûlullah, mübârek nalınlarının kayışlarını çıkarıyordu. Ben de iplik eğiriyordum. Mübârek yüzüne baktım. Parlak alnından ter damlıyordu. Ter damlası, her tarafa nûr saçıyor, gözlerimi kamaştırıyordu. Şaşa kaldım. Bana doğru bakıp; “Sana ne oldu ki, böyle dalgın duruyorsun" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Mübârek yüzündeki nûrların parlaklığına ve mübârek alnındaki ter dânelerinin saçtıkları ışıklara bakarak kendimden geçtim" dedim. Resûlullah, kalkıp yanıma geldi. Gözlerimin arasından öptü ve; “Yâ Âişe! Allahü teâlâ sana iyilikler versin! Beni sevindirdiğin gibi, seni sevindiremedim" buyurdu. Yâni senin beni sevindirmen, benim seni sevindirmemden çoktur buyurdu. Hazret-i Âişe'nin mübârek gözlerinin arasını öpmesi, Resûlullah efendimizi severek, O'nun cemâlini anlayarak gördüğü içindir. Bu sebeple takdir ve taltif edilmiştir.
Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, mübârek bedeninde toplanan, bâtinî güzellikleri gösteren görünen güzellikler, hiç bir ferdin bedeninde toplanmamıştır. İmâm-ı Kurtubî hazretleri şöyle rivâyet etmiştir: "Resûl-i ekrem efendimizin güzelliği büsbütün görünmemiştir. Eğer hakîkî güzelliği görünseydi, Eshâb-ı kirâm O'na bakmaya tâkât getiremezdi. Şâyet hakîkî güzelliğini gösterseydi, hiç kimse bakmaya dayanamazdı."
Yûsuf aleyhisselâm, zâhirî; Resûlullah efendimiz de, bâtınî güzellikleriyle insanlara göründüler. Yûsuf aleyhisselâmın cemâli görülünce eller kesildi. Resûlullah efendimizin kemâli ile zünnarlar kesildi, putlar kırıldı ve küfür bulutları dağıldı. Eshâb-ı kirâm radıyallahü anhüm, Peygamber efendimize; "Yâ Resûlallah! Siz mi güzelsiniz, Yûsuf aleyhisselâm mı daha güzeldi?" diye sordular. Efendimiz cevap olarak; “Kardeşim Yûsuf benden sabîh (güzel), ben ondan melîhim (sevimliyim). Onun görünen güzelliği, benim görünen güzelliğimden çoktur" buyurdular. Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde; Allahü teâlânın gönderdiği her peygamber güzel yüzlü, güzel seslidir. Sizin Peygamberiniz ise, onların en güzel yüzlüsü ve en güzel seslisidir" buyurdular.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, Kur'ân-ı kerîmde geçen isimlerinden biri de Kur'ân-ı kerîmin kalbi olan Yâsîn sûresindeki "Yâsîn" kelimesidir. Ulemâ-i râsihînin büyüklerinden olan Seyyid Abdülhakim-i Arvasi hazretleri; "Yâsîn, "Ey benim muhabbet deryâmın dalgıcı olan habîbim" demektir" buyurmuştur. Bu deryanın ismini duyanlar, uzaktan görenler, yakınına gelenler, içine girip nasîbi kadar derine inenlerin hepsi, ömürlerinin her safhasında Resûlullah'ın aşkı ile yanıp tutuşmuşlar, yanık feryâdlar, içli gözyaşları ve yakıcı mısralarla bu aşklarını dile getirmişlerdir. Bunların içinde en büyük ve meşhûrlarından biri olan ve bu muhabbet deryâsından büyük pay alan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleridir. O, Resûlullah efendimize olan muhabbet ve aşkını dile getirdiği kasîdelerinden birinde şunları yazmaktadır:
Serveri âlem, sana âşık olup da, yanarım!
Her nerede olsam, o güzel cemâlin ararım.
Kâbe kavseyn tahtının sultânı sen, ben bir hiçim,
Misâfirinim dememi, saygısızlık sayarım.
Her şey cihânda senin şerefine yaratıldı,
Rahmetin bana da yağsa, o ân olur behârım.
Herkes Kâbe'yi tavâf için geliyor Hicaz'a,
Sana kavuşmak şevkiyle, ben dağları aşarım.
Seâdet tâcı giydirildi, rüyâda başıma,
Ayağın toprağı serpildi yüzüme sanırım.
Dostunu öven âşıkların bülbülü, ey Câmî!
Dîvanında şu yazılar, oluyor tercümânım;
"Dili sarkmış, susuz kalmış, uyuz bir köpek gibi,
Senin ihsân denizinden bir damla arzularım."
Peygamber efendimizi medheden parça parça yazılmış şiirler ve medhiyeler bir tarafa, O'nun için pek çok eser yazılmıştır. Bunları yazanlar içinde şöhretleri ve san’atları bütün dünyâyı ve asırları kaplamış olanları bile, Resûlullah'ı medhetmekten âciz olduklarını beyân etmişlerdir. O'nu görüp güzelliğine âşık olanlar, dilleri döndüğü kadar anlatmağa çalışmışlar, o güzelliği bildirmeğe insan gücü yetmez demişlerdir. İslâm âlimlerinin kitaplarında o âşıkların haber verdiklerinden yüzlercesi yazılmıştır. Okuyanlar, Allahü teâlânın, sevgili Peygamberini, düşünülemiyecek bir düzende ve bakmağa doyulamayacak bir güzellikte yaratmış olduğunu hemen anlarlar. Görmeden, O'na gönül verirler. Habîbullah'a âşık olanlar, her nefeste, ciğerlerine giren havanın serinliğinde, O'nun sevgisinin tadını duyarlar. Aya her bakışlarında, O'nun mübârek gözlerinden gelmiş olan ışınların akslerini aramakla zevklenirler. O'nun güzelliği deryâsından bir damlaya kavuşanların her zerresi;
"Güzel yanağını bilen, güle hiç bakmaz,
Senin sevginde eriyen, derman aramaz!"
diye söyler.
Enes bin Mâlik'den (radıyallahü anh) rivâyetle bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Hiç biriniz, ben ona, evlâdından da, pederinden de ve bütün halktan daha sevgili olmadıkça îmân etmiş olmaz."
Bir gün Hazret-i Ömer, Peygamber efendimize; "Yâ Resûlallah! Allahü teâlâya yemîn ederim ki, canım hariç, bana her şeyden sevgilisin" dedi. Resûlullah efendimiz ise; “Ben, kendisine canından daha sevgili olmadıkça, sizden biriniz aslâ îmân etmiş olmaz" buyurdular. Bunun üzerine Hazret-i Ömer; "Yâ Resûlallah! Sana Kur'ân-ı kerîmi gönderen Allahü teâlâya yemin ederim ki, sen bana canımdan daha sevgilisin" deyince, “Ey Ömer, şimdi (tamam) oldu" buyurdular.
Bir kimse, Resûlullah efendimize gelip dedi ki: "Ey Allahü teâlânın Resûlü! Kıyâmet ne zaman kopacaktır?" Peygamber efendimiz“Kıyâmet için ne hazırladın?" buyurdular. O kimse; "Evet, çok namaz kılarak, oruç tutarak, sadaka vererek kıyâmet için hazırlanmadım. Lâkin ben, Allahü teâlâyı ve O'nun Resûlünü seviyorum" dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz“Kişi sevdiği ile beraberdir" buyurdular.
Resûlullah'ı sevmek, bütün müslümanlara farz-ı ayndır. O serverin sevgisi bir gönüle yerleşirse, İslâmiyeti yaşamak, îmânın ve İslâmın tadına, doyulmaz zevkine ermek, çok kolay olur. Bu sevgi, iki cihânın Efendisine tam uymaya sebeb olur. Bu sevgi ile, Allahü teâlânın, Habîbine ikrâm ettiği sonsuz ve anlatılması mümkün olmayan nîmetlere ve bereketlere kavuşmakla şereflenilir. Küçük-büyük her müslümanı, doğrudan doğruya Resûlullah'ın sevgisine götüren Ehl-i sünnet âlimleri ve kitapları, bu bereketlerin senetleridir.
Resûl aleyhisselâmın mübârek ismini anan veya duyan mü’minin, Resûlullah'ın şerefli meclisinde bulunuyormuş gibi; sükûnet, edeb, kalb ve bedenle tâzim üzere bulunması vâcibdir.
Vefâtından sonra Peygamber efendimizin ayrılığına dayanamayan Bilâl-i Habeşî hazretleri, Şam'a gitmiş, burada bir müddet kaldıktan sonra, bir gece rüyâsında Peygamber efendimizi görmüş ve; "Beni ziyâret etmeyecek misin yâ Bilâl?" buyurması üzerine Medîne'nin yolunu tutmuştur. Medîne-i münevvereye gelince, doğruca Peygamberimizin kabr-i şerîfine giden, büyük bir hürmet ve hasretle ziyârette bulunan Bilâl-i Habeşî, Resûlullah efendimizle geçirdiği günleri hatırlayıp, hasret ve muhabbet gözyaşları döktü. Uzun müddet ağladıktan sonra, Resûlullah'ın torunları hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn’in ısrarları ile bir gün, sabah namazı vaktinde ezân okumaya başladı. Onun sesini duyan herkes, sokaklara döküldüler ve Resûlullah ile yaşadıkları seâdetli günleri, Bilâl-i Habeşî'nin okuduğu ezân sadâlarıyla hatırlayıp ağladılar. Bilâl-i Habeşî hazretleri de, ağlamaktan ezânı güçlükle tamamlayabildi.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

[blogger]

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget