Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Medîne-i münevvereye hicret edeli onyedi ay geçmişti. Şimdiye kadar hep Kudüs-i şerîfteki Beyt-i Makdis'e dönerek namazlarını kılarlardı. Bu sırada yahudilerin; "Ne acâib iştir! Dini bizden ayrı, fakat kıblesi bizim gibi!" diye söyledikleri, Resûlullah efendimize kadar geldi. Bu söylentilerden, kalb-i şerîfleri incindi. Bir gün Cebrâil aleyhisselâm geldiğinde, ona buyurdular ki: “Ey Cebrâil! Allahü teâlânın, yüzümü, yahudîlerin kıblesinden Kâbe'ye çevirmesini arzu ediyorum." Cebrâil aleyhisselâm da; "Ben, ancak bir kulum. Bunu, Allahü teâlâdan niyaz et!" diye cevap verdi. Bundan sonra Bakara sûresinin 144. âyet-i kerîmesi nâzil oldu. Buyruldu ki: "(Ey Habîbim! Vahyin gelmesi için) yüzünün semâya doğru çevrilip durduğunu muhakkak görüyoruz. Bunun için, biz seni, râzı olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Şimdi yüzünü Mescid-i Haram tarafına (Kâbe'ye) döndür. (Ey mü’minler!) Siz de, her nerede olursanız yüzünüzü namazlarda o tarafa çeviriniz. Şüphe yok ki, kendilerine kitap verilenler, bu kıble çevrilişinin, Rableri tarafından hak olduğunu elbette bilirler. Allahü teâlâ ise, onların yapacaklarından gâfil değildir." Bu âyet-i kerîme nâzil olduğunda, Resûlullah efendimiz eshâbına öğle namazını kıldırıyordu. Namazın yarısına gelmişlerdi, vahyi alır almaz yönlerini Kâbe-i muazzamaya çevirdiler. Eshâb-ı kirâm da Habîb-i ekrem efendimize uyarak, o tarafa döndüler. Bu mescide Mescid-i Kıbleteyn yâni iki kıbleli mescid ismi verildi. Resûlullah efendimiz, Kuba'ya da gidip, ilk yapılan mescidin mihrabını mübârek elleriyle yeniden yaptı ve mescidin duvarlarını değiştirdi.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.